Daegu, Güney Kore~
"İnsan yuvasından ayrı kaldığı bir zaman sonra uyuşur, uyuştukça da hissettiği yuva özlemine öyle alışır ki hissedemez olur..." Diyordu, Jaemin'in zoruyla okuduğum bir kitapta. Okuduğum ilk zaman bende fazla bir his uyandırmamış olan bu kesit, şimdi elimin üzerine takılmış serum iğnesinden daha fazla canımın yanmasına sebep oluyor, uzun zamandır "yuvam" her neresiyse oradan uzak kalmış olduğumu algılamanın verdiği şokla gözlerim sulanıyordu.
Ağlamayacaktım bu kez halbuki.
Hep böyle demez miydi zaten insan kendi kendine? Güçlü olmak için kendine söz verme, kendinle konuşma gereksiniminde bulunduğun an anlaman gerekiyordu oysa ne kadar zavallı durumda olduğunu. Bazı şeyleri anlamam uzun zaman alıyordu belli ki.
"Konuşmayacak mısın? Kaç gün oldu Donghyuck... Böyle devam ederse ailenle iletişime geçmek durumunda kalacağız." Fısıldadı sürekli başımda beklemekte olan hemşire. Gözlerindeki korkmuş ifadenin ardındaki ciddiyet oldukça barizdi ancak anlaması gerekiyordu ki, seneler sonra anımsadığım o sahneler benim için de kolay değildi. Öyle ya ben söylemeden nasıl anlayacaktı nasıl hissettiğimi?
Bazen sadece zihnimi okuyabilmelerini diliyordum. Böylece içime attığım ne varsa ben anlatmadan da duyabilirlerdi.
"Hadi ama... Gerçekten korkutuyorsun bizi. HanSe seni kapıda bekliyor... İçeri gelmesini söyleyeceğim? Umarım rahatsız olmazsın." Dedi kapıya yönelirken. Bedenim öylesine halsizdi ki dudaklarımı aralayıp tek kelime edememiştim. İşin doğrusu kendi içsesimle sohbet etmekten dahi yorulmuşken o an konuşmak son isteğim bile olamazdı.
"Ah, nihayet gelebildim! İyi misin diye sormayacağım ama iyi olmanı diliyorum Donghyuck... Sana tütsü getirdim bak. Kokusunu sevmiyordun ama bence alıştın sen de artık." Beni bu kadar iyi anlayabilmiş hatta benimsemiş olması beklenmedikti. Onunla geçirdiğimiz zaman zarfında işe yarar tek kelime etmemiş bana neden iyi davranıyordu sanki? Hak etmiyordum.
Başımı mahçup bir ifadeyle sallayıp elindeki tütsüleri birer birer yakıp baş ucuma koyuşunu izledim odaya yayılan tuhaf kokuyu içime çekerken. Doğru söylüyordu, alışmıştım sahiden.
"Bir çeşit travma falan yaşamış olmalısın geçmişte. Bu halin öyle tanıdık ki... İnanmazsın belki ama sende kendimi görüyorum ben. İlk geldiğimde... Böyle biri değildim."
"Böyle" diye tam olarak neyden bahsettiğini anlayamamıştım. Onu üzgün ya da depresif görmeye hazır değildim sanırım. Üstelik içimden bir ses hala onun burada olmak için fazla iyi olduğunu savunup duruyordu.İyi olmak görüntüden ibaret değildi ki...
"Hayat travmatik olaylarla dolu Hyuck. Sen fark etmesen de bir şeyler kafana yerleşip seni en olmadık zamanda boğmak için sinsice damarlarında yetişmeye başlar. Bazen aylar hatta yıllar sonra fark edersin o hislerin sendeki yerini... Seni dibe çektiklerini..." Birkaç saniye duraksayıp dudağındaki piercingi çekiştirdi serumla yüzüm arasında gözlerini dalgınlıkla gezdirirken. Ne diyeceğini bilemiyor gibiydi o an.
"Boktan bir hayatım var benim. Hep böyleydi..." Tekrar cesaretini topladığında savurduğu kelimelerle gözlerindeki samimi ışık aniden yok olmuştu sanki. Bunu görmüştüm. Hayat ışığı kendinden tamamen uzakta, kaybolmuş bir insan nasıl olurdu iyi biliyordum. Seneler önce dostlarımda görmüştüm ilk, sonra ise kendimde; aynadaki zavallı suretimde...
"Annem... Bir sabah gözlerimin önünde kendini astığı sırada uyuşturucu krizine girmiş halde yarı uyanık... Öylece uzanıyordum banyonun zemininde... Soğuğu hatırlıyorum en çok da. Sabahın çok erken bir saatinde kuş cıvıltılarının aralık balkondan içeri yankılanışını... Banyoda uçuşan uzun perdenin rüzgarla her savrulduğunda alay edermiş gibi yüzüme çarpışını... Yarı aralık gözlerimle gözlerine son kez baktığım annemin ruhunun aralık pencereden uçup gitmesi için bedenini terk edişini... O an belki de İsa'nın kanatlarını görmüştü çektiği çilelerin bir karşılığı olarak. Dudaklarında pembe bir gülümseme vardı hem de biliyor musun?.."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
To Make You Feel My Love || MarkHyuck
Teen Fiction//MarkHyuck// ... Aynada karşıma geçmiş soğuk bir tebessümle geceyi olduğundan daha zifiri bir siyaha boyayan, rengi de hayatı gibi solmuş bu beden bana mı aitti? Ben miydim bunca zaman kendine işkence edip siyah bir yağmur bulutuna hapsolan? Benim...