Herkese merhaba!
Nasılsınız? Umarım her biriniz iyisinizdir.
Bugünlerde pek ilhamım olmadığından yeni bölüm atamadım o nedenle üzgünüm. Ama sonuç olarak bugün burdayız:)ve umarım beklemenize değmiş olur:)Beni çok üzen bir meseleden söz etmek istedim başlamadan önce.
Arkadaşlar yorum sayımız öylesine düşük ki boşluğa doğru yazıyormuşum gibi hissediyorum. Sizlerden her zaman "mükemmel olmuş", "harikasın" diye övgüler beklediğimden değil, aksine hislerinizi görmek ve ona göre yazmak istediğimden söylüyorum bunları. Geri dönüş almadan ilerleyebilmemin olanaksız olduğunu söylemem gerekir diye düşündüm. Yani bir anda kitabı kaldırırsam ya da yazmamaya başlarsam bu neye göre şekillenmem gerektiğini bilmediğimdendir. Zira bu kitaptaki konu fazla ağır ve yazması zor olduğundan fazla efor gerektiriyor ve karşıdan herhangi bir tepki alamayınca yazdıklarımın o kadar iyi olmadığını algılıyorum. Kötü olan tarafları da söylemeniz tercihimdir. Kritik yapma hakkı herkesin var:) Sanırım bu bölüm belirli bir yorum sayısına ulaşmadığı taktirde yazmaya devam edemeyeceğim ve kitabı kaldırmak durumunda kalacağım.Yine aynı sebepten ötürü yeni fici yayınlamak konusunda pek istekli değilim...Yine de elbette bu sizlere kalmış... Burada beğeni atın diye değil de yorum atın diye yazıyorsam bilin ki gerçekten fikirlerinize ihtiyacım vardır. Yoksa wattpad'den ne yorum için ne de beğeni için bir şey elde ettiğimden değil, biliyorsunuz. Burada olan her şey tamamen hayal dünyamız ve hislerimizle alakalı.
Sanırım diyebileceklerim bu kadardı.
İyi okumalar.
.
.
.Daegu, Güney Kore~
"Başımız daha da belaya girecek sonunda, hissediyorum." Mırıldandım, Mark elindeki kahve bardağından sakin bir yudum daha alırken. Ziyaretçiler için her zamanki gibi getirilen bahçenin diğer köşesindeki içecek ve yiyecekle dolu köşeli masada karşılıklı oturuyorduk şimdi. Her şey yolundaymış; bir psikiyatri kliniğinin bahçesinde birimiz delirmiş öteki de delirmeye her an hazır, iki katilin oğulları değilmişiz gibi...
Birbirimizi ölesiye kırıp dökmemişiz... Normalmişiz gibi...
Önümüzdeki tatlı ve pastalara bakarken durumun trajikomikliğine ağlasam mı gülsem mi bilemiyordum.
Dudaklarımızdaki o acı tadı değiştirmeye yeter miydi tüm bunları yemek? Zehrin damağıma yapışmış mide bulandırıcı tadını yok edebilir miydim sanki?
Birkaç saniye daha cevap gelmediğinde bakışlarımı Mark'ın rengi kaçmış yüzüne çevirdim. İçli içli ağladığı ölüm gibi geçen dakikalardan sonra göz altları kızarmış, dudaklarıysa şişmişti. Darmadağın haldeki saçları çekiştirmekten yüzünün belirli yerlerine yapışmıştı.
Kahve fincanındaki kendi yansımasını izliyordu sanki beni duymamış gibi dalgınlıkla. Ona anlattığım her şeyi sindirmesi zor olacaktı, bunu en başından biliyordum ancak yine de gözlerindeki koyu mavi hüzün içimi acıtmamış değildi.
Sanki bıraksalar okyanusları dolduracak, taşıracaktı gözyaşları.
Bu hali bana oldukça yabancıydı bir kere. Bunca zamandır onun, hisleri kaybolmuş bir varlık gibi etrafımızda var olup, sürekli gözlem yaptığına inandırmıştım kendimi.
Umursamaz, vurdumduymaz ve burnu havada...
Ona haksızlık mı ediyordum yoksa?Öte yandan ne olursa olsun yaşananlara göz yumduğu gerçeği, bana bu hüznü hak ettiğini fısıldıyordu usul usul. Ona kötü şeyleri yakıştırmak istemeyen aptal tarafıma gönül rahatlığıyla kulak veremiyordum artık.
![](https://img.wattpad.com/cover/227897851-288-k949168.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
To Make You Feel My Love || MarkHyuck
Teen Fiction//MarkHyuck// ... Aynada karşıma geçmiş soğuk bir tebessümle geceyi olduğundan daha zifiri bir siyaha boyayan, rengi de hayatı gibi solmuş bu beden bana mı aitti? Ben miydim bunca zaman kendine işkence edip siyah bir yağmur bulutuna hapsolan? Benim...