Sıfır

287 26 91
                                    

Jeju, Güney Kore~

Neden her seferinde ölünce dertlerimin sona ereceğine inandırmıştım kendimi?

Zihnimin dipsiz boşluğunda yankılanan soru acıdan gözlerimin yaşarmasına sebep olmuştu. Bunca zamandır kendimi inandırdığım her ne varsa şimdi sorguluyor olmam zamansız ve yersizdi.

Yorgundum. Öyle yorgundum ki bedenen ve ruhen... Ayağa kalkınca gözlerim kararıyor, kurumuş dudaklarım konuşurken kanıyordu.

Kurumuştum sanki tüm benliğimle. Mark'ın kliniğe getirdiği kırmızı gül gibi kurumuştum baştan aşağıya. Yüzümün griye dönen rengi bile bunu tescilliyordu. Göz altlarımda belirginleşen mor lekelerdeydi parmak uçlarım. Gözlerim şişmişti ağlamaktan. Bir süre sonra onu da kestiğimde yüreğimdeki nehirler kurumuş da çöle dönmüştüm. Daha fazla ayakta kalmama sebep olacak, bahçemi yeşertecek hiçbir şey kalmamıştı geriye işte.

Aynadaki ağaç işlemesine baktım sakince. Her yerde karşıma çıkıyordu görkemli ancak bir o kadar ürkutücü kökleriyle. Sanki o dalların her biri geceleri sinsice yerlerinden kalkıp boynuma, bedenime dolanıp sıkıyordu var gücüyle. Babamın, bu ailenin, gittiği her yerde bir şekilde vardı Lee ailesine ait olan geleneksel işlemeli desen. Oturduğumuz sofradaki peçetede, bıçağın kenarında, kapının üzerinde, babamın yakasındaki broşta... Annemin parmağından ayrılmayan evlilik yüzüğünde...

En sonunda kendi kanına bulanmış yüzükte...

Her yerdeydi. Korkuyordum ondan. Sanki nereye kaçarsam orada beni dallarıyla kendine çekecekti. Neredeyse yaşanan tüm kötü olaylardan o aptal deseni suçlu tutacaktım.

Hasta olan bizdik halbuki.

Babamın otelde gazeteciler yüzünden daha fazla kalamayacağımızı anlamasından sonra eski yazlığımıza gelmiştik. Kendi evimize göre oldukça ufak ve sakindi. Fazla bir albenisi yoktu ancak biz de denize olan manzarası için gelirdik çoğu zaman.

Annem için.

Gözlerinde sahilin parlak yansımasıyla nasıl da mutlu olduğunu görmemek elde değildi. Üzerine her daim buraya gelince giyindiği çiçekli elbiselerle tam bir prensese benzerdi. Bazen kumlara oturup onu izlerdim uzunca. Ona ne kadar da hayrandım... En çok da gülüşüne. Sıcak ve güzeldi. Anne gibiydi. Sıcak. Sıcacık.

Bir daha yerine gelmeyen tebessüm benden annemi de ona olan sevgimi de almıştı. Öyle olmasa kendini acımasızca yaralayan anneme şimdi bile öfke duymazdım. Kendini vurduğunu mu sanıyordu? Beni de vurmuştu kendiyle birlikte. Beni de bir bilinmezliğe sürüklemişti. Neden?

Neden ben?

İlk başta inen şokla her şeyi bir anda cevaplamayı denemişken şimdi sadece bu sorudaydı aklım. Neden? Neden ben? Neden beni buna şahit etmek istemişti? Neden?

Ne kadar sorarsam sorayım hastane odasında bağlandığı makinelerle yatan anneme bu soruyu yöneltmedikçe bilemeyecektim.

Uyanmıştı. İki gün sonunda bu sabah uyanmıştı. Gitmedim yanına. Gidemedim.

Babam abimle apar topar gitmeden sormuştu abim gitmek ister miyim diye. Ancak zaten cevabımı biliyor gibiydi. Babamla aynı arabaya binmemişti kendi de. Ona olan nefreti her saniye biraz daha katlanıyordu. Yüzündeki benim sebep olduğum morlukla gözlerime bakan babama da boş bakışlar atmıştım yalnızca.

Kimse yoktu.

Kulağımda sahile vuran dalgaların sesiyle otururken yapayalnızdım.

Hep olduğu gibi.

To Make You Feel My Love || MarkHyuckHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin