Kendi Kahramanını Öldürmek

269 23 8
                                    

Merhabalar!

Yepyeni bir bölümle karşınızdayım:) Uzun ama hikayenin gidişatını tamamen değiştirecek bir bölüm oldu. Okurken yorum yapıp yıldıza dokunmayı unutmayın lütfen.

Seviliyorsunuz.

Gelecek bölüme dek,

Sevgilerle🖤

***

Lee Malikhanesi
...

[Tanrısal bakış açısıyla yazılmıştır.]

...

Bir lanetli hikayenin son sayfasına kadar geldiklerini sanıyordu başına gelen her kötü olayda, Mark.

Gözlerini kapatıyor, yankılanan seslerin arasından kendisine güç vermeyi deneyen fısıltıdan medet umuyordu.

Bitti, diyordu o ses. Geçti...

Lakin bitmiyordu. Her defasında bıkmadan, usanmadan kendine vadettiği ne varsa kopan fırtınalarda kaybolup unutuluyordu.

İçine çekti bahçedeki güllerin sakinleştirici kokusunu. Camlarla çevrili alanda her yanı beyaz ve kırmızı güllerin dikildiği saksılarla donatmışlardı. Hiçbirinde yoktu gözü halbuki.

Bakışları saksıların ortasında kalan geniş beyaz kanepede yatan kendi çiçeğindeydi.

Öyle narin, kırılgandı ki... Her rüzgarda, savrulan her yaprakla onun nasıl sarsıldığını hissettikçe içi parçalanıyordu. Onun çiçeği, Mark'ın biriciği...

İçinde bir yerlerde yeşermişti. Öyle vakitsiz, ancak bir o kadar da bağımlılık uyandırıcı... Elinden geldiğince koruduğu çiçek, sonunda solmaya mahkummuş gibi geliyordu bazen. İçinde karanlık, yapışkan bir korku yayılıyordu öyle anlarda. Nefret ediyordu bundan. Bu histen, ona daha iyi bakamamaktan... Ellerini uzattığı her seferinde dikenlerini geçiren kaderin aralarına diktiği zehirli sarmaşıklardan...

Nefret ediyordu.

Kurumuş dudakları ardında acı bir tat vardı, dilinde. Sanki biriken tüm sözler, acı dolu, mâtem dolu, sitem dolu ne varsa dudaklarında zehrini bırakmıştı. Her şey bir gün bittiğinde çiçeği solmuş, dudaklarında zehrin en koyu tadıyla yapayalnız kalmaktan ölesiye korkuyordu. Bu bedenini titreten, algısını kapatan bir korkuydu.

Çamura bulanmış beyaz ayakkabılarına baktı dalgınlıkla. Yolun yarısını koşarak gelmişti, nasıl geldiğini kendi bile bilmiyordu.

Odanın diğer ucundan sakin adımlarla yanına yaklaşan Bayan Lee ve Doktor Kim'e baktı ifadesizce. Daha önce tatmadığı bir korkuyla çarpan kalbinin sesini işitebiliyordu duvardaki ahşap saatin tik-tak larının yankılandığı kış bahçesinde.

Bayan Lee Donghyuck'un saçlarını okşayıp alnına dudaklarını bastırdı sanki senelerdir uzaktalarmış gibi bir özlemle. Kadının kırılan ruhaniyeti bedenine yansımıştı adeta. Yalınayak gelmişti evin öteki ucundaki kış bahçesine kadar. Kaç dönümlük olduğunu bilmediği arsanın ortasında onu elinde taşıdığı topuklu ayakkabılarla öyle gördüğünde ne diyeceğini bilemedi Mark.

Canı yanıyordu. Basit bir sızı olsaydı geri plana atabilirdi belki ancak bu seferki farklıydı. Bu sefer kafasında yalnızca sevdiği vardı. Zihninin tüm saatleri durmuş, ne yapacağını şaşırmıştı.

İntihar etmek için atılan çizikler değildi Donghyuck'unkiler. Biliyordu. Biliyordu ki ölmek için çizmemişti güzel kollarını. Yine de yakıştıramadı ona bunu. Sanki kendi kollarındaki çizikler iyileştiği halde üzerlerini iki kat bandajla sarmıyormuş gibi ona nasıl hesap soracaktı? Bir buçuk saattir uyanmayan sevdiğine nasıl kızacaktı? Onun kaybolmuş bakışlarına karşılık nasıl... Nasıl davranacaktı?

To Make You Feel My Love || MarkHyuckHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin