Bir Açıklamam Yok

625 90 97
                                    

Lee Malikhanesi~

Gözlerimi kapatıp dinlediğim sessizlikte dahi duyduğum acı çığlıkları vardı ruhumun. Kendime yabancı, herkese yalancı olduğum gerçeğiyle yüzleşmek istemiyor; tüm gücüm tükenip ruhumda kalan umut kırıntılarını da yok edene kadar kaçıyordum sırtıma yüklenen ağırlıktan imkansız oluşunu umursamadan.

Yorgundum.

Her günüm bir diğerinden daha fazla şey alıp götürüyordu hislerimden, nasıl güçlü kalabilirdim ki zaten?
Ev denilen, en güvende ve mutlu hissettirmesi gereken yerde bile diken üzerinde ve eksik hissediyor olmak artık katlanamayacağım sancılara yol açıyordu, mutsuz ediyordu.
Saf bir mutsuzluktu bu; en derinlerimde bir yerlerde hala ayakta duran ufak çocuğa rağmen hem de.

Sanki o ufak çocuk hala, tavan arasındaki boş odada gökyüzüne bakan pencereden yıldızları seyrediyor, dizlerine batan cam kırıklarını; ayak tabanlarındaki kırmızı damlaları bile hissede hareket etmiyordu. Neden yok edemiyordum onu sanki? Artık yapayalnızdı, yanında onunla yıldızlara bakıp hayal kuracak zavallı bir ruh daha yokken... Neyi bekliyordu? Kendi istemedikçe onu yok etmenin bir yolu yok muydu?

Her şeyi olan bir insanın mutsuz olma ihtimali yok gibi gelirdi dışardan bakılınca fakat ben biliyordum ki bazen her şeye sahipken aslında elle tutulur hiçbir şeye sahip olmuyordunuz. Eğer içinizde sizi diri tutacak hisler, aklınızda güzel düşünceler ve anılar yoksa belki de sonsuza dek bir hiçliğin pençesinde kalıyordunuz.
İşte o hiçliğin keskin tırnaklarında asılı kalmış ruhumla ben boşlukta salınırken sahip olduğum maddi anlamda değerli her ne vardıysa acımı dindiremeyeceğinden emin olmamın sebebi de buydu.

Büyük malikhanenin yüksek, üzeri Lee Ailesi'ni temsil eden altın çınar işlemeli kapısında durmuş öylece dikilirken hayatımı sorgulamam biraz tuhaftı belki ama o an için evde başıma, sabah olanlardan dolayı gelecekleri bilmediğimden, daha iyi bir kaçış yolu bulamamıştım.
Kaçıp geldiğim yer de kendi evimin kapısıydı öyle mi? Sanki o evin bahçesinde ya da sınırlarında olmadıkça her şeyden azad olmuşum gibi hissediyordum yalnızca.

Kimsesiz ama özgür...

"Bir şey mi unuttunuz efendim?" Altın kaplama kapı kolunun üzerinde donup kalmış duran elimi aniden duyduğum ses yüzünden irkilerek geri çekmiştim. Öyle derinlere dalmıştım ki, bahçıvanın yanımda dikildiğini fark edememiştim bile.

"Hayır, unutmadım." Dedim kapıyı aceleyle aralayıp eve ilerlemeden hemen önce.

İşte, buradaydım.

Ülkenin en ünlü mimarlarının iki senede ancak bitirebildiği, her bir parçasının annemin hayallerine göre oradan buradan getirtildiği, Kore'de yapıldığından beri medyanın hala merak ettiği Lee Malikhanesi'nde.
Etrafta, keşke sadece filmlerde olsa, dediğim beyaz önlüklü çalışanlar; bahçede sürekli etrafı gözetleyen güvenlik ve elbette bahçeye bakan balkon kapısında beni elindeki kahve bardağıyla bekleyen annem...

Bu bir rutin olarak her gün yaşadığım onca sahneden yalnızca biriydi. Her seferinde beni kapıda karşılar, günüm nasıl geçti diye sorardı fakat ona birgün olsun doğru düzgün cevap verememiş olmak benim değil, günümü zehir edenlerin suçuydu tamamen.

Beni fark etmesiyle elindeki bardağı bir çalışana verip kapıya koşan annem tarafından içeri alınırken tedirginlikle etraftaki kargaşaya bakıyordum. Bazı çalışanlar ellerindeki porselen yemek takımlarını parmak uçlarında taşırken bir kısmı da sanki dağınıkmış gibi, sadece annemle babamın oturduğu salonu düzenliyordu.
Çantamın kulplarındaki ellerim sıkılaşıyor, nefeslerim sanki yetersiz kalıyordu tüm bu kalabalığa göz ucuyla baktığım daha ilk saniyeden.

To Make You Feel My Love || MarkHyuckHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin