Daegu, Güney Kore~
1 ay sonra~
Cama sert bir şekilde çarpıp diğerleri gibi süzülmeye başladı iri bir yağmur damlası.
Günlerdir aralıksız yağıp her yeri beyaza boyayan karların üzerine şimdi bu sağanak yağmur nereden gelmişti bilmiyordum. Oturduğum pencere kenarında uzattığım dizlerimi zorlukla kendime çekip ellerimi hep yaptığım gibi bacaklarımın arasına iliştirdim. Bembeyaz dağların izlenecek pek bir yanı yoktu esasında. Yine de dışarda hüküm süren doğanın sakinliğine tek bir kere dikkatle baksa insan, tekrar günün sonunda kendini merak ederken buluyordu.Bakışlarımı artık üzerinde birikmiş buzlar ve yağmur damlaları sebebiyle pek de dışarıyı göstermeyen pencereden çekip ayaklarımızın altındaki yemyeşil çiçeklere çevirdim. Sol tarafımdaki kışsa hemen yerdeki yemyeşil otlar nasıl bu kadar yazdı? Her renk çiçek yemyeşil çimenlerin arasında öyle güzel bir ahenkle duruyordu ki ayaklarımı tabana her bastığımda neredeyse yumuşak çimenleri hissedebiliyormuşum gibi geliyordu.
Buraya neden tonla para verildiğini şimdi anlıyordum.
Yatağımın yanındaki duvarda ara sıra değişen bambaşka mevsimler, anlamını bilmediğim görseller belirdikçe oturup ortamı izlemekten başka bir şey yapamıyordum günlerdir. Oysa geldiğim ilk gün HanSe ile yaptığımız o bir saatlik ve oldukça anlamsız meditasyondan sonra içimdeki hisleri kabullenmemek için ona bunun dünyadaki en sıkıcı şeyi olduğu yalanını uydurmuştum.
Elbette inanmamıştı. Dudağındaki piercingi çekiştirip beline sardığı çarşafla giyinme odasına ilerlemişti yalnızca.Bu kadar zaman zarfında anladığım kadarıyla da onu kandırmak oldukça zordu. Her şeyin enerjiyle alakalı olduğunu, bunu istersek değiştirebileceğimizi söylüyordu fakat asla neden burada olduğuyla alakalı konuşmuyordu. Öyle ya, berbat bir konuşmacı olduğumdan ötürü benim konuşmama fırsat vermiyor oluşu da beni mutlu etmiyor değildi.
Ne anlatacaktım sanki?
Nasıl mahvolduğumu bir kitapmışım gibi beni gördüğü an anlamışken ona daha ne anlatabilirdim. Kaşınıp duran bileklerim ya da olan diğer her şeyi ise ben kendim asla anlatamazdım.
Minnettar hissediyordum en azından.
Son bir aydır öyle sık minnettarlık duyuyordum ki bir şeylere ve birilerine... Kendimi tanıyamayacaktım neredeyse.
Bir ay. Koca bir ay boyunca tek bir telefon dahi almadığım ailem hariç her şeye minnettardım sanırım.
Aklım almıyordu bir türlü bu durumu.
Kafamda şimşekler çakıyor, gözlerim yaşlarla doluyordu beni burada unuttukları gerçeğini aklımdan geçirdiğim her saniye. Unutmuşlar mıydı yoksa aslında uzun zamandır onlar için yok muydum?Düşünmemek en iyisiydi belki de.
Ayağa kalkıp koltukta saatlerdir kitap okuyan HanSe'nin yanından geçerken her zaman yaktığı bu tütsülere ne kadar alıştığımı düşünüyordum. Artık burnum kokuya alıştığından mıdır bilmem, tepki veremiyordum bile. İlk günler bu tütsüler yüzünden tartıştığımız aklıma geldiğinde neredeyse sırıtacaktım ki kendimi durdurup aceleyle kapıya yaklaştım.
"Nereye gidiyorsun? Daha saatin gelmedi ki." Seslendi elim kapı koluna varmak üzereyken. Eşofman altımın ceplerinden birine iliştirdiğim sol elimi çıkarıp anlamsız bir şekilde aşağıyı işaret edip kurumuş dudaklarımı araladım.
"Bugün de spor salonuna inmem gerekiyor. Bayan Jasmin biraz daha erken gelmem gerektiğini söylemişti dün..." Dedim. Spor salonundan bahsederken değişen sesim fark edilir biçimde gergin çıkmıştı birden bire.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
To Make You Feel My Love || MarkHyuck
Ficção Adolescente//MarkHyuck// ... Aynada karşıma geçmiş soğuk bir tebessümle geceyi olduğundan daha zifiri bir siyaha boyayan, rengi de hayatı gibi solmuş bu beden bana mı aitti? Ben miydim bunca zaman kendine işkence edip siyah bir yağmur bulutuna hapsolan? Benim...