Daegu, Güney Kore~
"Dilinin altında bir süre bekletmelisin, eriyince etkisini gösterecek." Dedi odaya son zamanlarda pek sık uğramasına rağmen ismini henüz aklımda tutamadığım hemşire. Koyu kızıl dalgalı saçları her hareket ettiğinde dikkatimi dağıtacak şekilde etrafa savruluyor, kahverengi gözleri her defasında olduğu gibi yine merakla odayı turluyordu.
Ne arıyordu sahi? Etrafı şüpheli bakışlarla incelediğini hiç olmazsa gizleyemez miydi? Belki onuruma daha az zarar verirdi böylece.
Eğer kötü bir imaj çizdiysen olan ve olması muhtemel her şeyde akıllara senin ismin gelir, Lee. Babandan bu kadarını öğrenemedin mi? Komik, oysa suçlarını bir hayalet gibi iz bırakmadan işleyen o adamın oğlusun sen...
"Odada nükleer santral temelleri atacak halimiz yok Bayan, o nedenle bize şöyle bakmayı kesin lütfen. Rahatsız hissettiriyor ve tüm pozitif enerjimi sömürüyor adeta. Aish, çok sinir bozucu..." HanSe yarıçıplak oturduğu koltukta iyice yayılırken söylendiğinde bu hali hemşireyi utandırmış olacak ki bir şey demeden sessizce odayı terk etmişti koşaradım.
"Onları odadan kovmak için soyunmak zorunda mısın her seferinde?" Sordum, ancak yorgun çıkan sesim kendi kulaklarıma bile yabancı gelmişti bir an için. Yalnızca değişen ses tonum değil, dudaklarımın iki kenarına kurulmuş kıvrımlar ve o an sonradan fark ettiğim görülen dişlerim şokla gözlerimin aralanmasına sebep olmuştu. Bunca zaman sonra aklım neredeyse tamamen boşken onunla rahat rahat konuşup üzerine bir de gülümsemem içimde yıllardır yas tutmakta olan Donghyuck'a da yabancıydı.
Öyle ki yatakta iyice doğrulup terleyen avuç içlerimi üzerime silivermiştim sanki bu an koca bir opera salonunda yüzlerce kişi tarafından izlenmiş de, perdenin kenarından bu halimi öfke ve şaşkınlıkla izleyen, içimde parçalara ayrılmış diğer ben birazdan gelip beni buradan yaka paça indirecekti.
"Evet? İşe yaradığını kabul edelim lütfen... Hem böyle daha rahat hissediyorum, sana geldiğin ilk gün söylemiştim." Umursamazca omuz silkip elindeki derginin bir sayfasını daha çevirmişti sinir bozucu bir yavaşlıkta. Dudağındaki piercingi camdan vuran güneş ışığıyla parlıyor, en başından beri olduğu gibi oraya dikkatle odaklanmama sebep oluyordu. Gözlerim anlık bir ilgiyle yüz hatlarında dolanırken midemdeki sızıyla yatakta biraz daha doğrulmuştum şimdi. Yatak başlığından uzaklaşıp daha bir dikkatle incelediğim bu yüzü aylardır her gün görmeme rağmen şimdi bir yerlerden tanıdık geliyor oluşu ruhuma musallat olmuş şeytanın ellerini boynumda hissetmeme sebep olmuştu sanki.
"Cenazede yanınızda durmamı ister misiniz? Sizi böyle bir günde tek bırakamayız..."
Kulaklarımda çınlayan anlamsız cümleler, tanıdığım sesin sahibinin grileşmiş suretinin gözlerimde canlanmasına sebep olduğunda ayağa kalkıp hızla banyoya ilerlemiştim. HanSe lavaboya gireceğimi düşünmüş olacak ki, ardımdan seslenmemiş, bu ise o an yalnızca işime gelmişti zira o sırada hiç konuşacak halde değildim. Klozete eğilip midemde ne varsa boşaltırken yaşaran gözlerim yüzünden önümü göremiyordum. Dakikalar sonra kapı ard arda tıklanmaya başlamış, HanSe'nin endişeli sesi boğuk bir şekilde kulaklarıma ulaşmıştı.
"Hey! İyi misin?! Kapıyı aç Donghyuck!"
Zorlukla doğrulup sifonu çektiğim sırada son kez seslendiğinde kısılmış sesimle geri seslenmiştim.
"İlaçların yan etkisinden herhalde... Geliyorum şimdi, telaşlanma."
Telaşlanma...
Daha çok kendi zihnimdeki korkmuş seslerle konuşuyor gibiydim esasında. Telaşla kan pompalayan kalbime söz geçirmeme ise imkan yok gibiydi. Yüzüme ard arda soğuk su çarpıyorken kısa bir an aynadaki silüetimle göz göze gelmiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
To Make You Feel My Love || MarkHyuck
Teen Fiction//MarkHyuck// ... Aynada karşıma geçmiş soğuk bir tebessümle geceyi olduğundan daha zifiri bir siyaha boyayan, rengi de hayatı gibi solmuş bu beden bana mı aitti? Ben miydim bunca zaman kendine işkence edip siyah bir yağmur bulutuna hapsolan? Benim...