Telefonla konuşmak için sessiz bir köşeye geçiyoruz. Bu saatte beni kimin neden aradığına anlam veremezken Melih'e baktığımda aynı durumda olduğumuzu görüyorum.
"İstanbul emniyet karakolundan arıyorum Özge hanım." dediğinde içimdeki korku tohumları büyüyor. Saniyede bir sürü felaket senaryosu yazıyorum zihnimde. "Kardeşiniz Defne Gediz şu an nezarette hemen buraya gelmeniz gerekiyor." elim kalbime giderken duyduklarımın doğruluğundan şüphe ediyorum. Yüzümün bembeyaz kesildiğini tahmin etmekte hiç zorlanmazken kulaklarım uğulduyor. Bacaklarımdaki gücün çekildiğini hissederken Melih ile göz göze geliyoruz.
"Defne nezarette mi?"
"Meriç nezarette mi?"
Sesimiz birbirine karışırken aynı anda sorduğumuz soruya hayretle bakıyorum. Düşmemek için duvara tutunurken bu duyduklarımın gerçek olmaması için bir çok şey verebileceğimi düşünüyorum. "Evet Özge hanım. Ayrıntıları karakola geldiğinizde öğrenebilirsiniz." telefonu kapattığında bir süre öyle kalıyorum. Ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilemezken öylece kalıyorum.
"Galiba olabileceklerin en kötüsü oldu." diyor Melih de benimle aynı şaşkınlığı paylaşarak. Ne tepki vereceğimi bilemiyor olduğum o ilk şaşkınlık yerini derin bir endişe ve korkuya bıraktığında burnumun direğinin sızladığını hissediyorum. Hemen ardından boş boş bakan gözlerim yaşlanıp görüşümü bulanıklaştırıyor. "Özge? Şşh tamam gel buraya." Melih'in beni sakinleştirmek için bir şeyler söylediğini duyuyorum ama ona bir tepki bile veremiyorum. Beni kolunun altına aldığında gözümden bir yaş düşüyor.
"Sakin ol. Ben buradayım." kulağıma fısıldadıklarıyla kafasına bir tane geçirmek istiyorum. Sakin olmak o kadar kolay olsaydı şu an bu halde olmazdım herhalde zeki adam. Gözümden bir yaş daha dökülürken Melih göz yaşlarımı siliyor. "Şimdi öncelikle sen sakinleşeceksin. Sonra da birlikte gidip neler olduğunu öğreneceğiz tamam mı."
Başımı sallayarak onu onaylamama rağmen ağlamaya hala devam ediyorum. "Özge daha ne olduğunu bile bilmiyoruz. Biraz sakin ol lütfen." yüzümü koca ellerinin arasına almış gözlerime bakarak konuşmasına karşılık koluna yapıştırıyorum bir tane. "Söylemesi kolay tabi senin için. Olabilsem sakin olurum zaten." göz yaşlarımı silerken bile hala ağlamaya devam ediyor oluşum sinirimi bozuyor. "Ağlamayı bile kesemiyorum." diyorum sesim mızmız bir kız çocuğu gibi çıkmasına daha da sinir oluyorum.
Başımı göğsüne yasladığında salondakilerin dikkatinin üzerimizde olmamasını dilemekten başka bir şey yapamıyorum. "Aklından felaket senaryoları kurmayı bırak önce. Gidip içerdekilere erken ayrılmak zorunda olduğumuzu söyleyeceğiz ve hemen karakola gidip neler olduğunu öğreneceğiz tamam mı?" başımı sallayarak onu onayladıktan sonra orada herkesin sevgilim sandığı Melih'in göğsüne yaslıyorum başımı ve biraz soluklanıyorum.
Tam olarak nasıl bir durumda olduğumuzu fark ettiğimde birden başımı Melih'in göğsünden kaldırıyorum. Beynim allak bullak olmuşken "Ben gidip şey yapayım." diyorum cümlemi toparlayamıyorken elimle gelişi güzel etrafı göstererek. Dudağının kenarı kıvrılırken "Şey yapsan." diyor. Onu pataklama isteğime hakim olup lavaboya gidiyorum. Makyajımı daha çok mahvetmeden yüzümü yıkıyorum. Peçeteyle biraz daha aksaydı korku filmi seçmelerine gidebileceğim rimelimi temizliyorum. Yine de kuaförüme içten içe minnet duyuyorum. Kendi yaptığım makyajım olsaydı şu an zombi filminin başrolü gibi gözükeceğime eminim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ay Işığı Dansı
Teen FictionBirkaç hafta önce koltuğumda oturmuş işsiz kaldığım gerçeğiyle yanaktan öpüşmeli bir selamlaşma gerçekleştirdiğim zaman sevgili kardeşimin hemen karşımdaki koltukta oturmuş bana murphy kanunlarından bahsettiğini hatırlıyordum. Murphy hakkında bulduğ...