aldığını vermeyen deniz

2K 188 44
                                    

Melike balayının üçüncü gününde geminin güvertesinden okyanusu izliyordu. Herşey öyle güzeldi ki. Sefer anlayışlı, sıcak, karısının üzerine titreyen bir adamdı.

Kızın tek üzüntüsü kocasının bu güzel sevgisine, özenine hakkıyla karşılık veremiyor olmaktı. Derin derin içini çekti.

Beline dolanan güçlü kolları memnuniyetle kabul etti Melike. Boynunu öpen dudakları da. Hatta başını çevirip aynı ateşle kocasının öpüşünü kendi ağzıyla kabul etti.

Sefer öpüşmeleri bitince muzır bir ifadeyle güldü. Burnunu kızın burnuna sürtüp, "Bu gece sanki daha başka bir havan var canım." dedi. "Ne dersin yenebilecek miyiz utangaçlığını?"

Melike "Utangaç değilim ben. En azından senden utanmıyorum. Ama işte o son adım olunca panik oluyorum." derken kıpkırmızıydı.

"He utangaç değilsin tabi." dedikten sonra eğilip kızın kırmızı yanağını öptü bu sefer adam. "O son adımı da atacağız bence. Bu gece değilse de şu balayı bitmeden uzun bacaklarının arasına uzanıp, en kuytu yerlerinin de sahibi olacağım. Tıpkı güzel gözlerin gibi, bu güzel ağzın gibi, sesin gibi."

Melike kalbinin duracağını sandı. Aylardır herkesin imrendiği, mutlulukla ışıldayan, birbirine çok yakışan bir çift olmuşlardı. Düğünleri masal gibiydi. Sözle nişanın, nişanla düğünün arası hepi topu üçer ay olmasına rağmen birbirlerine öyle derin, öyle saf bir sevgiyle güvenle bağlanmışlardı ki Melike yaşadığı mutluluğa inanamıyordu.

Aynı sabırsızlıkla adama gülerek, "Zaten bu gece de olmazsa geminin doktoruna gidip beni bayıltmasını isteyeceğim." dedi. İkisi de kahkahalarla gülüyordu artık.

Herşey birden bire oldu. Yabancı dilde birinin bağırdığını duydular. Yukarıda biri sesleniyor, ama ne dediği anlaşılmıyordu. Çelik bir halatın ucunda sallanan büyük metal bir nesne üzerlerine doğru uçuyordu. Sanki görünmez bir mıknatıs çekiyordu. Sefer son anda karısını itmeyi başarmasa ikisi de paramparça olacaklardı.

Melike düştüğü yerde sakinleşmeye çalışırken, bir taraftan da ayağa kalkmaya çabaladı. Ama elleri kayıyordu. Yerde yapış yapış bir şey kalkmasını engelliyordu. Sonra onu gördü. Titreyen bedeniyle yerde uzanmış, tüm vücudu seyiren kocasını. Her yeri kaplayan sıvı onun kanıydı.

Etrafta toplanan yabancılar adama müdahale edip, Melike yi kontrol ederken kız içten içe biliyordu. Hayatının ışığı gitmişti artık. Umudu, sevinci sönmüştü. Kocasının göz yaşlarıyla ıslanmış, açık, şaşkın bakan gözlerindeki ifadede mutluluğu, geleceği, yaşamı sönüyordu.

3 yıl sonra...

Selim elindeki dosyayı masaya fırlatırken, bir taraftan da kendini gergin geçeceğini tahmin ettiği toplantıya hazırlamaya çalışıyordu.

Ukrayna'da yapacağı inşaat işi için Sürmeneli holdingin ihaleyi kazanmasına çok kızıyordu. Ama elinden gelen bir şey de yoktu. Her ne kadar başkan kendisi olsa da yatırımcılara ve yönetim kuruluna bu kadar cazip bir teklifi reddetmek için sunabileceği hiç bir neden yoktu.

Birazdan o toplantı odasına girip o adamın elini sıkacak, hatta birlikte yemek yiyecek, belki daha sonra da defalarca görmek zorunda kalacaktı. İçten içe adamın hiç suçu olmadığını bilmesine rağmen, yıllardır kendine kızdığı kadar ona da nefret duyuyordu. En olmaz zamanda yaşamını mahveden kaderini sikip atan heriften nefret etmesi gayet normaldi ona göre. Yine de adamın hiç bir şeyden haberi yoktu.

Kendini toparlayıp ayağa kalktı. Toplantı odasına giderken, asistanı yolunu kesip bir dosya tutuşturdu eline.

"Efendim Sürmeneliler sözleşmeye bir iki madde eklemek istiyor. Hukuk tamam dedi ama ben yine de sizin görmeniz gerektiğini düşündüm." diyordu. Başını sallayarak dosyayı aldı.

Toplantı odasındaki on kişinin oturduğu masada sadece iki koltuk boştu. Biri kendi koltuğu diğeri ise Sürmeneli tarafında bir yerdi. "Sefer Bey yok mu?" diyerek kardeşi Samet'e baktı.

"Yok. Kardeşi geldi." Samet abisinin rahatladığını sezmişti.

Bu sırada Seher Sürmeneli "Kusura bakmayın. O kadar yoğun bir sabahtı ki evi aramaya fırsat olmadı. Yengem haber alamasaydı kesin jandarmayı arar, özel harekatı devreye sokardı." diyerek odaya girdi.

Samet neşeyle, "Hâlâ aynı Melike yani." dedi kıza.

Kız Selim'le tokalaşırken, "Bence eskisinden de beter. Hepimizi parmağının ucunda oynatıyor." derken, sesinden Melike'ye sevgisi belli oluyordu.

Selim'in yine soluğu kesiliyordu. Nasıldı acaba? Mutlu muydu? İnatla cevabını öğrenmekten kaçtığı her soru beynine üşüşüyordu. Kravatını gevşetti.

Toplantı tahminimden kısa sürdü. Seher Sürmeneli işine hakim, kafası çalışan, cesur bir kadındı.

Selim sadece bir kez söze girdi. "Bu sigorta ek maliyet yüklüyor. Yani zaten kanuna uygun şekilde sigortalı tüm çalışanlar. Böyle bir poliçe gerçekten gerekli mi?" diyerek kızı sıkıştırmak istedi.

Seher ciddiyetle yanıtladı. "Eğer bizimle çalışmak istiyorsanız evet. Yengem her çalışan için bunu şart koşuyor. Ben şirketimizi temsil ediyor olsam da abim ve dolayısıyla eşi olarak yengem söz sahibidir. Yani patronun emri." Kızın son sözleri hepsini güldürdü.

Selim kendi yatırımcılarından birinin, "Melike Hanım'ı hiç görmedik." dediğini duydu. "Sanırım göz önünde olmayı sevmiyor."

Seher dosyalarını toparlarken adama sempatiyle gülümsedi. "İşin bu tarafından hiç anlamaz." dedi. "Yaylada yaşıyorlar. Hiç bir kuvvet yengemi abimden ayırıp sıkıcı bir toplantıya getiremez. Ama sakın aldanmayın çok akıllıdır. Bazen özellikle işçinin emeği, çalışanın hakkının korunması konusunda arada kulağımı büker ama bunun dışında kendini ailesine adamış klasik bir Karadeniz kadını o."

Kırılan bir bardağın sesiyle herkes dönüp Selime baktı. Adam elindeki cam kırıklarına şaşkın ve biraz da üzgün bakıyordu. "Kusura bakmayın." dedi. "Çatlamış herhalde, fark etmemişler."

Seher çalan telefonuna sinirle bakarak, "Bunu açmam lazım. Kolay gelsin." deyip ekibiyle toplantıyı terk ederken Selim de kendi odasına çekildi. Yine içi acıyordu. Bu keder asla bitmeyecek miydi?

...

Çok uzakta serin bir yayla evinde Melike keyifle bir odaya girdi. "Senin bu bacın beni deli edecek. Bin kere dedim o manyak her yerde izini sürüyor, bırak başkası gitsin diye ama dinler mi? Asla. Ah Sefer ne inat kız şu kardeşin." diyordu. Hasta yatağında yatan adama ilerleyip, yaşam destek ünitesini kontrol etti. Eline bir mendil alıp, yatakta uzanan 43 kiloluk bedene eğildi. Yavaşça incitmekten korkar gibi ağzından akan sıvıyı sildi.

Sonra baş ucuna oturup okumaya başladı. Boğazı ağrıyana kadar okudu, okudu. Güzel kitaplar seçerdi her zaman. Üç senedir neredeyse her gün gözleri yorulana kadar okurdu. Yine öyle yaptı. Uykusu galip gelip, kitap elinden düştüğünde bile uyanmadı. Rüyasında kocaman bir geminin güvertesinden okyanusa bakıyordu. Elini bir el tutunca yanına döndü. Sefer'in sağlıklı hali karşısındaydı.

"Melikem. Benim güzel gözlü karım." diyerek dudaklarını öptü kızın. Melike yüreği eriyerek karşılık verdi. Sonra acı bir siren sesi duyuldu. "Bu ne?" diye sordu kız.

"Korkma." dedi adam.

Ses bir çığlık gibi devam ediyordu.

"Sefer bu ses ne?" Melike panikle etrafına bakıyordu.

Adam yine "Korkma" derken Melike uyandı. Bir terslik vardı. Sesi hâlâ duyuyordu. Ses kocasının kablolarla bağlı olduğu monitörden geliyordu. Daha önce de olmuştu defalarca. Ama bu sondu.

Sana Rağmen (Tamamlandı) Korunun Çocukları 2Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin