Melike zorla getirildiği sahilde oturmuş, kamyonetten su motorunu denize indiren adamları izliyordu. Seher çoktan yüzmeye koşmuştu bile. İçinden ona katılmak gelmedi. Belki iyice ısınırsa bir serinleyip çıkardı.
Yarım kollu uzun elbisesinin etekleri bacaklarını tamamen örtmüştü. Aslında daha gençken, bekarken sahile indiğinde kolsuz tişörtü ve şortu tercih ederdi. Babasının izin verdiği ölçülerde ve hep kadınlar plajında. Kendisine kalsa kimsenin olmadığı kayalıkları seçerdi. Karadeniz sezonu kısa, yüzmek için de çok elverişli olmasa bile Melike gibi adeta denize doğmuş insanlara engel olmuyordu bu durum.
Seher'in şortlu kalın askılı mayosuna baktı. Diğer gençlerin bakışlarından bu kılığı yadırgadıklarını fark etmişti. Ama Melike kızın her şeyi gibi bu konuda da sınırlarını çizmişti bir kere. Evlenene kadar yengesi ne derse oydu. Ayrıca bu tarçın rengi yüzme giysisi de kıza oldukça yakışıyordu. Denize ille de bikini ya da yeni nesil mayoyla girileceği kuralını kim yazmıştı ki? İsterse tüm vücudunu örten sörf giysisi giyerdi. Melike onlara bakıyor muydu öyle tip tip? Sorsan hiç biri şekilci değildi. Kendi mayosu Seher den daha kapalıydı. Onu görseler kesin uzaylı izler gibi izlerlerdi. Keşke gelmeseydi.
Yanındaki havluya adeta düşen adama baktı. Teklifsiz, samimi, içten biriydi bu adam. Diğerleri gibi değildi. "Naber kız hamsi?" diyerek sırıtıyordu. Adı Hakan dı. Seher'in takıldığı Zeynep isimli kadının koruması gibi bir şeydi. Kadının kocası bu adam olmadan adım atmasına izin vermiyordu. Melike'ye bu da tuhaf geliyordu mesela. Tamam adam ahlâklı namuslu bir çalışan olabilirdi ama hangi adam güzel karısını böyle bir yaratıkla 7/24 bırakıp, işine gücüne bakardı ki? Sonuçta bu Hakan denen adam herkesin dönüp bir daha baktığı yakışıklı kumral değişik bir tipti.
"Hamsiler yesin seni." diyerek ağzının içinden söylendi. "Şunu deme diyorum. Bak kafam atıyor."
"He uşağum kafan atayi, laz damarun atayi, tepen tutuşayi. Hepsinu bileyruk. Gir aha oraya denuz. Tepen serinlesun."
Melike istemeden güldü. "Hakan sana şive beceremediğini söyleyen olmadı mı? Konservatuar mezunu tiyatrocunun yerli dizi performansı gibi. Hani şimdi kusacağım."
Hakan gülmeye devam etti. Hiç alınmış görünmüyordu. "Seninki iyice buralı oldu. Hani sanki Trabzon'a dönmek istemiyor. Ne dersin?" diyerek Seheri gösterdi.
Melike cevap vermedi. Ama kendisi de aynen böyle düşünüyordu. Üstelik korudakiler kıza alışmıştı. Evlenip yuvalarından uçan çocuklardan sonra Seher hepsine iyi geliyordu. Ona Melike'ye davrandıkları gibi davransalar asla burada bırakıp gidemezdi. "Hayırlısıyla bir başını bağlasam." diyerek söylendi.
Hakan duymuştu. Ellerini havaya kaldırıp, "Hiç bana bakma." dedi. "Benim başım bağlı. Bak bir sahil dolusu adam var. Hangisi olursa olsun. Hepsi saygın güçlü düzgün herifler. Bu sürüden kimi kapsan büyük av. Seç birini görümcene. Çiçek gibi kız. Karun kadar serveti var. Havada kaparlar."
Melike Hakan ın başının bağını bir kere görmüştü. Kısa tuhaf bir andı. Kimsenin konuşmadığı ama herkesin bildiği bir şeydi. Kendisine çok yabancı, anlamadığı bir şeydi. Ama buradaki tüm farklılıklar gibi onu da kabullenmişti. Adam korkunç güzeldi. Kimseye benzemeyen, çok tehlikeli, çok karanlık, çok herşeydi. Aralarındaki durumu anlamasa da ikisinin başının kalubeladan beri birbirine bağlı olduğunu anlamıştı. Yüzünde alaycı bir ifadeyle, "Belki ben sürüyle değil de lideriyle ilgileniyorumdur." diyerek Hakan a flörtöz bir gülümseme gönderdi.
Adam kısa keyifli bir kahkaha attı. "Ne yapacaksın onu Allah aşkına?" diye sordu. "Öyle efendi takıldığına bakma. Karan cici küçük kızları kahvaltı niyetine yer. Hiç ideal damat adayı değil yani." Sonra Melike'nin yanındaki tabaktan bir dilim karpuz alıp, "Ayrıca bilmelisin ki onun da başı bağlı ve ben çok sıkı düğüm atarım." diyerek kocaman bir ısırık aldı. Muzip tek kaşı hafifçe havalanmış kadının tepkisine bakıyordu.
Melike önce bu üstü kapalı itirafa şaşırdı. Sonra güvenilir küçük çembere böyle dahil edildiği için gurur duydu. Belki hâlâ çok sevilmiyordu ama güven kazanmıştı. Bu her zaman sevilmeye tercih ettiği bir şeydi. Sonra hiç bir şey olmamış gibi kendisi de bir dilim karpuz alıp ısırırken, "Aman be yemedik alfanı al senin olsun." dedi.
Sonraki saatlerde sandığından daha çok eğlendi. Kimse tutuculuğunu, ortama çok uymayan mayosunu, şivesini yadırgamadı. Bu sevmemeye kararlı oldukları kederli, kırık dökük, yine de her gözeneğinden yaşam fışkıran kadını tanımaya çalıştılar. Onda istediklerinden daha çok sevilecek yön buldular. Hiç istemeden, dahası fark etmeden Melike'yi kendi güvenlik çemberlerine aldılar.
Hakan bütün bunları suratında gizli bir gülümsemeyle izlerken kulağına hayranı olduğu ses geliyordu. Ne demişti? "Kadın güçlü. İnatçı, yas tutan, acıya nefes gibi tutunmuş bir kadın. Öyle ki mutlu olma ihtimalinden cehennem gibi kaçacak. Selim'in işi zor. Kadının işi daha zor. Neden daha da zorlaştırmayalım ki? Ona elini uzat. Tutacaktır. Gözlerindeki ölüler mezarlarına dönene kadar da bırakma. Senin değdiğin hiç bir şey uzun süre ölü kalamaz."
Sigarasından derin bir nefes alırken, kimsenin duyamayacağı kadar alçak sesle, "yok laz kızı. O kadar da uzun boylu değil" dedi. "bu sürünün lideri bana ait. Sen ona biraz zaman ver. Görümcenin başını da bağlar. Sonuçta benden sonra en çok sevdiği şey insanların yazısıyla oynamak." diye söylendi.
Melike Selim'in de orada olmasını isterdi. Bir zamanlar kendisine yakıştırdığı gibi yabani olmadığını, burada olup seçkin arkadaşlarıyla keyifle sohbet ettiğini görsün isterdi. Ya da sadece burada olmasını... Sıkıntıyla bir işle meşgul olmak için etrafı toplarken, Hakan bilmiş bir sırıtmayla sordu; "Ne oldi hamsi? Eksik bir şey mi var?"
Melike kafasını sağa sola sallarken bu sorunun neden bu kadar rahatsız ettiğini düşündü. Vardı aslında evet. Ama ne olduğunu düşünmek istemiyordu. Hırsını silkelediği kumlu havlulardan çıkarırken, "Hayde Melike. Çok durdun el yurdunda. Silkele kumunu yuvana dön. Güldük eğlendik ama senin yerin orası." diyordu. Elinin üstüne tutunan bu yabancı kumları değil, tınaklarının içine kadar işleyecek mezar toprağını istiyordu. Bu sıcaklık, bu gülüşler, bu dalga sesleri değildi ihtiyacı olan. Yaylanın serinine, içinden geçen ayazına, bütün düşlerini gömdüğü mezarına dönme vaktiydi. "Senin nene gerek bu bitmeyen yaz öksüz Melike? Senin nene gerek yüzüne keder değmemiş bu insanlar ikbalsiz Melike? Topla pılını pırtını alışma bu çokluğa. Senin akılsız başını alıp gitme vaktindir. Başını dinlendireceğin toprak kokan yokluğa..." Kendine sitemi öyle acıttı ki canını, ağlamaya gücü yoktu. O da güldü. Bazen gülmelerin içine ne ağlamaklar saklanırdı da anca saklayan bulurdu.
"Bütün gün güneşlenip yeyip içip devrildikten sonra ancak sen beğenmeyecek bir şey bulursun zaten. Söyle bakalım yayla gülü yine neyi sevmedin? Yine ne eksik?"
Kadın duyduğu sesle şaşkınca döndü. Selim altında kum rengi bir şort üzerinde keten bir gömlekle elleri ceplerinde çıplak ayak karşısındaydı. Dudakları kendiliğinden yüzünü ikiye bölerken, "hiiiç" dedi. "Hiç eksik yok." Başını denize çevirip batan güneşin ışıkları altında çocuklar gibi eğlenen insanlara baktı. Yanında dikilen adam gelene kadar düşündüğü ne varsa unutmuştu. Neyin eksik olduğunu henüz anlamamıştı belki ama, tamamlayacak olan onu bulmuştu.
Not; ayıp etmiş olmazsam bu garibi azıcık yorumla gazlasanıza. Yorumla vote la çalışıyor bu meret. 🤣😘❤️💜
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sana Rağmen (Tamamlandı) Korunun Çocukları 2
RomanceSelim karşısındaki sinir bozucu yaratığı yapabildiği kadar görmezden gelmeye çalıştı. Çiçekli elbiseleri, başlarına geçirdikleri geniş şapkalarıyla her biri birbirinden güzel bu genç kadınların arasında Melike daha da gözüne batar olmuştu. Aptal ina...