3. Bölüm

869 76 21
                                    

Kendime geldiğimde sert bir zeminde yatıyordum ve tepemde floresan bir lamba yanıyordu. Önce nerede olduğumu kavrayamadım, ama "Liam?" diyen sesin Deaton'a ait olduğunu fark edince rahatlayarak doğruldum. Veteriner kliniğindeki meşhur sedyenin üzerindeydim.

"Nasıl hissediyorsun?"

"Ben..." ensemi kaşıdım, "İyiyim, sanırım. Ne oldu?"

"Seni buraya Theo getirdi," derken çekmecesini karıştırıyordu. Aradığını bulmuş olacak ki çekmeceyi kapattı ve elinde bir iğneyle bana döndü. Onu iğneyle üzerime gelirken görünce sıçrayarak masada kaymama küçük bir tebessümle karşılık verdi, ve lafına devam etti. "Ormandaymışsınız ve birisi sana bunu fırlatmış. Birkaç saat önce seni buraya bıraktıktan sonra ormana döndü, iz arıyor."

"Tek başına mı?"

"Evet," başını salladı, "Argent hala kaçak kurtkızla birlikte ve bilirsin, işe yarayacak olan tek doğaüstü sensin ve sen de baygındın."

Ne diyeceğimi bilemeyerek elindeki iğneyi aldım. "Bu nedir?"

"Bu, Liam, sarı kurtboğan ve tespit edemediğim başka bir bitki daha. Profesyonelce karıştırılmış, ama neyse ki iğne fazla derine girmemiş ve Theo seni zamanında getirmeyi başardı. Bu karışım kanına tamamen girseydi ve Theo yetişemeseydi sonuç ne olurdu tahmin edemiyorum."

Ben şaşkınca iğnenin içindeki pembemsi karışımı incelerken iğneyi elimden aldı ve "O yüzden," diyerek onu çekmeceye bıraktı. "Bende kalacak ve bir süre inceleyeceğim. Sen de ilerleyen günlerde vücuduna dikkat edeceksin ve herhangi bir olumsuz gelişme olursa doğruca bana geleceksin, anlaştık mı?"

Daha sonra aklıma Theo'nun ormanda ve muhtemelen bir avcıyla yalnız olduğu geldi ve zıplayarak masadan atladım, koşarak klinikten çıktım, ormana yöneldim. Karanlık ormana girdiğimde kulaklarımı dört açıp etrafı dinlemeye koyuldum, iki adamın konuştuğunu, adım seslerini duyabiliyordum ama Theo'dan ses yoktu. Pür dikkat dinleyerek ve avcılara kendimi fark ettirmemek için sessizce etrafta yürürken kulaklarıma güçsüz bir kalp atışı çalındı.

Sesi takip ederek ağaçların arasına daldığımda Theo'yu yerde yatarken buldum. Bacaklarından biri bir kapanın içindeydi, karnında iki, sağ kolunda bir ve bacağında kırık bir ok vardı. Beni görünce "Liam," diye inledi. Elimle susmasını işaret edip yanına çöktüm.

Onu bunlardan kurtarmak istiyordum ama ne yapacağımı bilemiyordum, kararsız ellerim bir süre okların arasında gidip geldi, sonra kapana uzandım. En mantıklısı bu gibi gelmişti, ama daha dokunamadan Theo "Bekle, bekle," diye fısıldayarak beni durdurdu. Acelemiz vardı, bir an önce onu kurtarmalıydım ve gitmeliydik, ama beni durduruyordu. Önemli bir şey olması gerektiğini düşündüm ve "Ne?" dedim.

Kısık bir inilti gibi bir tonla "Önce beni bayıltır mısın, lütfen?" dedi.

"Neden bahsediyorsun sen?" diye sordum şaşkınca.

"Çok... acıyor."

Yere yaslı elini yakalayıp tuttum ve sıktım, acısını almak için oldukça fazla odaklanmam gerekmişti. Acısı elinden elime siyah damarlar şeklinde akarak geçerken "Neden beni aramadın?" diye azarladım.

"Telefonumu düşürdüm."

"Nerede?" diye sordum, aklıma bir fikir gelmişti, çünkü ben henüz Theo'yu oklardan ve kapandan kurtaramamıştım, ama avcıların yaklaştığını duyduğum çıtırtılardan anlayabiliyordum.

"Bilmem, ormanın diğer tarafında sanırım."

"Bizden uzak olduğuna emin misin?"

Bakışları şüpheci bir parıltıyla doluydu, ama kafasını salladı. "En azından birkaç kilometre."

Elimi çektiğim anda acı çekmeye devam ettiği için elini bırakmadan telefonumu çıkardım ve onu aradım, telefonun sesi benim için bile uzaktı, ama avcılar bir şekilde fark etmiş ve adımları ters yöne doğru uzaklaşmaya başlamıştı. Derin bir nefes alarak telefonu cebime attım ve Theo'nun elini bıraktıktan sonra kapanı tuttum. "Hazır mısın?"

"Hayır," diye mırıldandı.

"Üçe kadar sayacağım, üçte açacağım, tamam mı?" Başını salladı, ama benim üçe kadar beklemeye niyetim yoktu. Gözlerinin içine bakarak hazırlandım ve "Bir..." dedim. Yutkunarak başını salladı, bir eli kolumu sıkıca tutuyordu, "...iki..." gözlerini kapatmış ve üçün gelmesini bekliyordu, ama üç yoktu, aniden kapanı açtım ve sivri metaller bacağından gelen bir yırtılma sesiyle iki yana açıldı. Ben kapanı uzağa fırlatmak için kolumu kaldıramadan, kapan açılır açılmaz Theo öne doğru atılmış, kolumdaki elini uzatıp sırtıma dolamış ve omzumu ısırmıştı. Acıyla inleyerek elimdeki kapanı rastgele bir yere fırlattım.

"Theo..." diye mırıldandım güçle, eğer çoktan kurtadam olmasaydım bu ısırıktan sonra kesin olurdum. Dişlerini geri çekip elini omzumdaki yaraya bastırdı. "Özür dilerim, Liam, afedersin."

Sesi nefes nefeseydi, çektiği acıyı düşününce bir şey demedim. Kapanı açtığımda gelen sese bakılırsa kapan uzun zamandır bacağındaydı ve iyileşebildiği kadar iyileşen dokular ben çektiğimde tekrar kopmuştu. Aşağı doğru düşen kafasını çenesinden yakalayarak yukarı kaldırdım ve bana bakmasını sağladım. "Hey, Theo, biraz daha dayan, tamam mı? Okları da çıkaracağım ve gideceğiz. Anladın mı?"

Kafasını salladı. Önce bacağındaki kırık oku çektim, inleyerek yana savrulduğunda içimde bir şey burkuldu ama ne olduğuna anlam veremedim. Boğazımda yumru olan nefesimi düzeltip karnındaki iki okun çıkıntılı kısımlarını teker teker kırıp yavaşça çektim, sadece kolundaki kalmıştı. Onu da çıkardığımda derin bir nefes alarak kendini yere attı. "Teşekkür ederim."

Yatması için vaktimiz yoktu, "Hadi," diyerek onu yerden kaldırdım. "Gitmemiz lazım."

Bir kolunu omzuma atıp beline sarıldım ve topallayarak ormandan çıkmak için çabalamaya başladık, ama Theo ağırdı ve gittikçe daha çok ağırlaşıyordu. "Theo, biraz daha çabalasan güzel olurdu," diye homurdandım ama cevap gelmedi. Kafamı çevirip yüzünü görmeye çalıştım. Kapanmak üzere olan baygın gözlerle ayaklarını sürüklüyordu sadece. Biraz doğrultmak için elimi karnına koyduğumda avcuma bardaktan boşalırcasına kan doldu. "Siktir," dedim. "Neden iyileşmiyorsun?"

"Ya...pamıyorum..."

Sesi artık sadece hırıltıdan ibaretti. Ormandan çıkmamıza çok az kalmıştı ama yola dayanacak halde değildi. O sırada karanlıkta, çevresi daha aydınlık olan bir ağaç kütüğü takıldı gözüme. Eski, geniş ve devasa bir kütüktü. Nemeton'du bu!

Daha da hızlanarak oraya yöneldim ve vardığımızda Theo'yu kütüğün kenarına yasladım ve çenesini tuttum. "Theo! İyileşmeni tetiklemen lazım, hadi! Theo!"

Yine tepki vermedi.

Üzerimdeki gömleği çıkarıp karnına bastırdım ve pantolonunun paçasını sıyırıp bileğine baktım, hala açıktı yara ve kanamaya da devam ediyordu. Panikliyordum ve ellerim titriyordu, avcıların gelip gelmediğini anlamak için etrafı dinlemeye çalıştığımda duyabildiğim tek şey Theo'nun hırıltılı nefesi oluyordu.

"Scott ne yapardı?" diye mırıldandım. "Scott ne yapardı?" Gömleği ve üzerindeki tişörtü kaldırarak karnındaki yaraya baktım, hala kanıyordu, "Tanrım," aceleyle elini yakalayıp acısını almaya çalıştım, olmuyordu. Bir kez daha denediğimde elimdeki siyah damarlar koluma doğru o kadar hızlı akmaya başladı ki avcıları unuttum ve acıyla haykırdım, birkaç saniye içinde haykırışım kükremeye döndü, güçsüzleşti ve tamamen tükendi.

Kükreyişimi duyan Theo'nun yana sarkmış başı doğrulurken ben yere yığılıyordum.

Gözlerim kapanmadan önce karnındaki yarayı tutarak bana eğildiğini zar zor görebildim.

Sen Gittiğinde | ThiamHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin