Gözlerimi aynı floresan lambaya açtığımda aklıma ilk gelen şey klinikte ayılmanın sürüdeki herkes için ara ara alışkanlık haline geldiğiydi, sanırım son zamanlarda bu alışkanlığı edinme sırası da bendeydi. Doğrulmak için elimi sedyeye yaslamaya yeltenmişken elime tüylü bir şey değdi, refleks olarak sıçradım ama bunun büyük bir hata olduğunu kendimi yerde bulduğumda anlamıştım.
"Liam?"
Bu Theo'nun sesiydi, ellerimle sedyeye tutunarak ayağa kalktığımda masanın karşısından bana baktığını gördüm, hemen arkasında bir sandalye vardı ve gözleri kırmızı, yüzü uykulu görünüyordu. Dedektif gibi bir edayla, gördüklerimin sonucu olarak başımda beklerken uyuduğunu, elime değen tüylü şeyin de saçları olduğunu çıkardım. Onun ses tonunu taklit ederek "Theo?" dedim ve arkamdaki dolabın üzerine çıkıp oturdum. Sedyenin etrafından dolaşıp yanıma geldi. "Nasıl hissediyorsun?"
Gözlerimi kısarak ona baktım ve nasıl hissettiğimi düşündüm. "Biraz yorgun, sanırım..." yüzümü buruşturdum, "biraz da üşüyorum."
Üzerindeki ceketi çıkarıp sırtıma geçirmek için bana doğru eğildiğinde burnum boynuna çarptı, kolları omuzlarımdayken biraz duraksadı. Ben de öylece durdum, şu an ne olduğuyla alakalı hiçbir fikrim yoktu. Aniden kendine geldi ve ceketi sırtıma bırakıp geri çekildi. "Başka bir şey yok değil mi? Ağrı, herhangi bir şey?"
Vücudumu yokladım. "Hayır, yok." Daha sonra olanları hatırlayınca bu kadar endişeli görünmesi garip geldi. "Neden bu kadar panikledin? Acını alıyordum, fazla gelmiş, bayılmışımdır. Neden ağrım olsun ki?"
"Çünkü üç gündür baygınsın, Liam." Deaton aniden odada belirdi.
"Ne?" Bağırarak oturduğum yerden indiğimde başım döndü ve sedyeye tutunmak zorunda kaldım, Theo kolumdan tutarak beni birkaç dakika önce kalktığı sandalyeye oturttu. "Sağ ol," dedim gönülsüzce.
"Scott, Derek ve Stiles buraya geliyor," dedi Deaton, elindeki bir iğneyle bana yaklaşırken. "Ne yapıyorsun?" diyerek geriledim, ama kolumu yakaladı. "Gücünü toparlamana yardım edecek bir ilaç sadece, sakin ol. Fazla zayıf düştün..." iğneyi koluma batırırken konuşmaya devam ediyordu, "...Scott ve diğerleri daha erken gelecekti ama dün akşama kadar avcılar yüzünden şehirden çıkamadılar, bir saate burada olacaklar."
"Neden geliyorlar? Ben iyiyim."
"Liam, birinin acısını almak üç gün baygın yatmanın açıklaması olamaz. Sebebini bulmak ve bir sorunun varsa bunu düzeltmek zorundayız, anlıyorsun değil mi?"
"Üç gündür nabzını dinliyorum," dedi. "Sadece günde birkaç saatliğine düzenliydi. Endişeliyiz."
"Sen de mi endişelisin?" Soru ağzımdan alaylı bir tonda kaçmıştı. Neden böyle yaptığımı düşünerek gözlerimi kaçırdığım sırada Deaton bizden uzaklaşmış, odadan çıkıyordu.
"Yani... bilirsin, bana yardım etmeye çalışırken oldu. Şey hissediyorum..."
Aradığı kelime İngilizce'de mevcut değilmiş gibi bir tavırla suratıma bakıyordu. "Suçlu mu?" dedim, daha fazla bekleyemeyecektim.
"Evet," dedi mahçupça. Son birkaç gündür Theo gerçekten de büyük gelişmeler gösteriyordu. Teşekkür ediyor, özür diliyor ve mahçup oluyordu. Görüşmediğimiz aylarda Theo'nun başına ne düştüğünü merak ettim.
"Suçlu hissetmene gerek yok," diye mırıldandım. "Ama eğer ısrar ediyorsan beni eve bırakarak kendini affettirebilirsin." Bu kez de o kadar flörtöz bir tonda konuşmuştum ki Theo'nun kaşları havaya kalktı ve sırıttı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sen Gittiğinde | Thiam
Fanfiction"Sen gittin," dedim. "Sen, gittin, Theo. Öylece. Sessizce. Hiçbir şey yokken. Yok oldun. Ben sanmıştım ki... Yanılmak hep zordur ama senin hakkında yanılmak sandığımdan daha zor geldi, nedendir bilmem. Ve sen gittiğinde..." (Bu hikaye Teen Wolf için...