İki hafta. Theo'dan haber alamadığım zaman dilimi bu kadardı. Yirmi yedi. Ona bıraktığım cevapsız çağrıların sayısıydı. On dokuz. Attığım mesaj miktarıydı. Dört. Belki onunla karşılaşırım ve öyle demek istemediğimi söyleyebilirim umuduyla kasabanın sokaklarında yaptığım umutsuz gezilerin sayısıydı.
Hiçbirine karşılık alamamıştım. Mesajlarımın ona ulaştığından bile emin değildim. O yokken mezun olmuştum, baloya gitmiştim, arkadaşlarımla kutlama yapmıştım. Ama yaptığım her şey yarımdı.
Eskiden Theo hakkında en nefret ettiğim şey kötü kalbiydi. Daha sonra herkes değiştiğini iddia etmişti ve o da bunu kanıtlamıştı. Artık onun hakkında en nefret ettiğim şey giderek bana ona ne kadar değer verdiğimi fark ettirmesiydi. Bunu yapmanın başka bir yolunu bulamaz mıydı? Neden ikinci defa bana aynı şeyi yaşatıyordu? Üstelik bu kez gerçekten aramızda bir bağ vardı, ama o ufak bir yanlış anlaşılma yüzünden, hayır, söylediğim tek bir cümle yüzünden gitmişti.
Son iki haftada sürüdeki herkesle konuşmuştum. Sürekli onu sormuştum. Ama kimsenin haberi yoktu. En azından öyle söylüyorlardı. Bunun yalan olmasını kırık kalbimin en derininden diliyordum, çünkü eğer gerçekten nerede olduğunu bilmiyorlardıysa Theo'nun başına bir şey gelmiş olabilirdi.
Mason ve Corey, biz onu affetsek de onun kendisini affedemediğini, bu yüzden uzaklaştığını içeren bir teoriyi öne sürmüşlerdi. Bu da rahatsız ediciydi.
Her ihtimal birbirinden daha kötüydü ve ben hayatımın en güzel dönemini olasılıklara oynayarak, yatağımın içinde geçiriyordum. Annem bu durumdan hiç memnun değildi. Beni neşelendirmek için mezuniyet hediyesi kisvesi altında aldıkları arabaya bile henüz elimi sürmemem onları endişelendiriyordu. Bunu onlara yapmak istemiyordum, ama bana yapılanlar ne olacaktı?
Bildirim sesini bir daha duymayacağımdan emin olduğum telefonum çalışma masamdaydı. Mason ve diğerleri cevap vermeyeceğimi ilk haftadan fark ettiklerinden beri ve telefonla ulaşmak yerine direkt evime gelmeye başladıklarından beri telefonum ilk defa ötüyordu. Yataktan kalkarken çok heyecanlıydım, Theo olabilirdi, ayaklarım üzerimdeki örtüye dolandı ve yere yuvarlandım. Umursamadan örtüden kurtulup masaya koştum.
Doğruydu, gelen mesaj Theo'nun numarasındandı. Ama mesajı yazanın o olmadığından emindim. Çünkü Theo'nun kolları yukarıda bağlanmış ve suratı kan içinde bir vaziyette, kameraya öfkeyle baktığı bir fotoğraf gönderilmişti ve altında sadece konum yazıyordu.
Küfür ederek yerde bulduğum ilk pantolonu altıma geçirdim, ayakkabılarımı giymeye çalışırken Scott'ı arıyordum. Meşgule attı. Stiles'ı aradım, telefonu kapalıydı. Mason'ı denedim, açan olmadı. "HERKES NEREDE?" Bağırarak duvara tekme attım, o konuma gidecektim. Scott telefonu açsa bile şehir dışındaydı. Yapabileceği hiçbir şey yoktu. Yine de koşarak merdivenlerden inerken fotoğrafı ve konumu sürüdeki herkese gönderdim ve "Gidiyorum," yazdım.
Anahtarlıkta duran araba anahtarlarımı kaptığım gibi arkamdan nereye gittiğimi öğrenmek için bağıran annemi umursamadan evden fırladım ve arabaya bindim. Konumu GPS'e girdim. Yaklaşık kırk beş dakikalık bir mesafeydi, ben o mesafeyi yirmi beş dakikada aştım.
Vardığım yer kasabanın dışında bir araziydi, birkaç yüz metre ileride eski, yıkılmak üzere gibi görünen bir bina vardı. Arabayı uzağa park edip indim ve sessizce binaya yürüdüm. İçeriyi duyabilecek kadar yaklaştığımda sadece bir kalp atışı vardı ve o da oldukça yavaştı. Bunun Theo olabileceğini düşündüm, ama emin değildim. Usulca ilerleyip büyük demir kapının kolunu tuttum, o sırada telefonum cebimde ötüyordu.
İçeriye girerken telefonumu cebimden çıkardım, başta Scott olmak üzere telefonumda bir dolu cevapsız çağrı bildirimi vardı. Duymamış olmama inanamadım. Ekranda bir mesaj yanıp sönüyordu:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sen Gittiğinde | Thiam
Fanfiction"Sen gittin," dedim. "Sen, gittin, Theo. Öylece. Sessizce. Hiçbir şey yokken. Yok oldun. Ben sanmıştım ki... Yanılmak hep zordur ama senin hakkında yanılmak sandığımdan daha zor geldi, nedendir bilmem. Ve sen gittiğinde..." (Bu hikaye Teen Wolf için...