16. Bölüm

732 53 7
                                    

Monroe'yla konuşmamızın üzerinden sanırım yaklaşık iki gün geçmişti. Theo ise iki günün dolmasına daha birkaç saat olduğunu iddia ediyordu. O gittikten sonra yanımıza sadece bir kişi inmişti, o da bizi tellerden çözüp yere oturtmuş ve yan yana bir duvarın önüne bağlamıştı. Arada bir, birbirimizin omzuna doğru yıkılıp birkaç saat uyukluyorduk. Her geçen dakikayla birlikte burada bulunmak daha acı verici bir şeye dönüşüyordu. Sürünün gelmesini ve bizi buradan kurtarmalarını çok istiyorduk, çünkü artık bizim çabalamaya bile gücümüz kalmamıştı, hem de hiç istemiyorduk, çünkü eğer gelirlerse Monroe, Scott'a hamle yapacaktı. Scott Monroe'dan kolayca kurtulabilirdi belki ama onu riske atmak hoş bir seçenek değildi.

Yine de günler geçmiş olması, ama kimsenin gelmemesi oldukça sinir bozucuydu.

Kafam Theo'nun omzundaydı. Önümüzden geçen bir böceğin pıtı pıtı yürüyerek uzaklaşmasını izliyordum. "Bu on iki oldu," dedim.

Gözünün ucuyla böceğe baktı. "Hayır. On bir."

"Neden dediğim her şeye karşı çıkıyorsun ya? On iki işte!" Kafamı omzundan kaldırıp suratına doğru bağırınca gözlerini devirdi. "İyi, on iki olsun. Senden değerli mi?"

"Bir zahmet benden değerli olmasın," homurdanarak tekrar omzuna yattım, "böcek sayıyoruz burada."

Biraz sessiz kaldıktan sonra iç çekerek "Açlıktan öleceğim sanırım," dedi. Ben de aynı durumdaydım, yine de "Açlıktan ölmek için 56 gün yemek yememen gerekir," dedim. "Bizim daha tahminen 54 günümüz var. O zamana kadar da biri gelir bizi kurtarır herhalde."

"54 gün burada kalırsak açlığın beni öldürmesine müsaade etmem, ben bir şekilde kendimi öldürürüm zaten."

Mırıldanarak "Deme öyle," dedim. "Scott'ın bir şeyler düşündüğüne eminim."

"Biraz daha hızlı düşünse iyi olur."

Yine sessizce oturmaya dönmüştük, ama aniden yukarıda bir şey patlayınca sıçrayarak yerimizde doğrulduk. Patlama sesini bir sürü gürültü takip etti, silah sesleri aralıksız bir şekilde evin içinde yankılanmaya başladı. "Neler oluyor?" diyerek Theo'ya döndüğümde "Ssh," dedi susmam için. "Anlamaya çalışıyorum."

Ben de yukarıya kulak verdiğimde silah seslerinin arasından "Teslim olun," tarzı cümleler duydum. "Siktir," dedim coşkuyla. Merdivenlerin ucundaki kapı büyük bir hızla açıldı ve duvara çarparak tangırdadı. Birisi merdivenlerden patır patır indi. Kafamı zorlayarak yana çevirdiğimde bize doğru koşan Stiles'ı gördüm. "STILES?"

"Liam? Theo?" Yanımıza geldi ve "İyi misiniz?" diye sordu, ama biz cevap veremeden etrafa bakınmaya başladı. İleride duran dolabın içinden eski bir bıçak çıkardı ve yanımıza geldi. Aramıza geçip arkaya doğru eğildi, ilk benim ellerimi bağlayan plastiği kesti, sonra da Theo'nunkileri. Bıçağı kenara fırlatıp kollarımızdan tutarak bizi ayağa kaldırdı ve bana sarıldı, sırtımı pat patladı. "Şükürler olsun," diye homurdanırken beni kenara itip biraz gönülsüzce Theo'ya da sarıldı.

Her yerim uyuştuğu için beni bırakır bırakmaz sendeledim, Theo ondan ayrılıp kolunu belime sardı. Stiles "Biraz bekleyeceğiz," diyerek merdivenlere yöneldi. "Arkamda kalın."

Theo kaşlarını kaldırarak sırıttı ve onun üzerindeki FBI ceketine baktı. "Stiles'a bak sen."

Yukarıdaki sesler kesilene kadar merdivenlerin başında bekledik, daha sonra bir telsiz cızırtısı duyduk ve Stiles'ın belinden çıkardığı telsizden bir erkek sesi yukarı çıkabileceğimizi söyledi.

Stiles yine de kapıyı temkinli açtı, kafasını uzatıp etrafı izledikten sonra çıktı ve arkasından ağır ağır yürümeye başladık. İçerisi kan izleri ve mermi kovanlarıyla doluydu. Evden çıkmadan önce salonun ortasında, kaşlarının ortasında bir delikle, gözleri fal taşı gibi açılmış bir şekilde yatan Monroe'yu gördük. Theo yorgun bir mırıltıyla "Katil olmana gerek kalmadı," dedi.

Sen Gittiğinde | ThiamHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin