AİDİYETSİZ

26 5 4
                                    

Medya: Tanığımız, İnci Demirci
Sarp Uygur'dan:

Zaman kavramı insanın zihin gücünü zorlayan bir kavram olduğunu, her fırsatta yüzümüze bir iz bırakarak hatırlatıyordu. Birbirini ağır ağır kovalayan akrep ve yelkovana baktım. Dünyadaki her şey gibi onlarda birbirlerini kovalıyordu. Gece ve gündüz, Pazar ve Pazartesi, su ve buz, yılın sonu ve başı gibi... hangisinin hangisini kovaladığı belli değil. Acıyan gözlerimi ovuşturdum ve saate bakmaya devam ettim, sonra sıkıldım ve bakışlarımı titreyen sağ bacağıma çevirdim, bu da sinir bozucu olmaya başlayınca tekrar başımı kaldırdım ve daha bir dakikayı doldurmamış saate tekrar baktım. Aksi gibi beklediğimiz, izlediğimiz zamanlarda saatin daha yavaş ilerlemesinin bilimsel bir açıklaması var mıydı? Elbette! Zaman veya vakit, ölçülmüş veya ölçülebilen bir dönem, uzaysal boyutu olmayan bir süreklilik. Aslında her şey görelilik kavramına dayanıyor. Bilimsel bir tanımı olmasına rağmen zaman, göreceli bir kavramdır. Bizi zorda ve sıkıntıda bırakan durumlarda daha yavaş aktığını düşünürüz. Beynimiz bize ihanet eder. Sanki az ihanet eden varmışçasına.... Düşüncelerimin arasında boğulan saatin sesi... tik tak tik tak tik tak... tıpkı birbirini kovalayan diğer şeyler gibi. Sabah ezanları İstanbul'a ses getirirken, camı açtım ve günün en güzel zamanının havasını içime çektim. Tam bu noktada da zaman göreceliğini koruyordu. Ben içime çektiğim havayla tazelenirken, kız kardeşim benim çektiğim bu tek nefeste boğuldu mu diye düşünmeden edemedim. O an avuçlarımı açıp, ezanların üzerine dua ettim, tüm kadınlar için. Ama bencildim bu sefer, başa kendi kardeşimi aldım.

Kapımın zayıf tıkıltısıyla birlikte bakışlarımı İstanbul'un seyirlik manzarasından ayırdım. Kapıdan giren Sarp'tan başkası değildi. Yorgun bakışları içeri girmek için izin istiyordu. Uyuyamadığı için değildi bu yorgunluk, taşıyabileceğinden fazlasını yüklendiği içindi.

-Gel ağabeyciğim.

Olabildiğinin en sevgi dolu tonlamasını kullanmıştım sesimin. Artık onu görmezden gelmek ve gördüğüm zamanlarda da sadece eleştirmek yerine, gerçekten tanımak dertleşmek istiyorum. O da gözlerini ovuşturarak girdi içeriye. Kapıyı da sessizce kapattı, bende aynı sessizlikle camı kapatmıştım.  Pars yatağımın başlığına sırtını yaslayarak ayaklarını uzattı. Derin bir nefes aldığında bakışları yüzüme çıktı ama bir şey söylemeden kaçırdı. Sözlerini toparlayabilseydi belki çok can yakıcı şeyler söyleyecekti. Buna izin verirsem beni paramparça edecekti. Bende yanına uzanırken onu beni parçalama fikrinden en masumane konuyla uzaklaştırdım.

-Burçin'i özledin mi?

Pars ile tekrar bakışırız sanmıştım ama o odaklandığı noktadan ayrılmadan sadece alaycı bir havayla güldü.

-Soru mu şimdi bu?

Haklıydı. Cevabının bir kokusu bile vardı bu sorunun, etten kemiktendi. Özlem bir canlıya dönüşmüştü karşımızda. Tek gördüğüm Burçin'in gülen yüzü, ona dair tüm anılardı.

-Ona benimle iletişim kurması için bile şans vermedim. Fırsatlarını hep kendisi yaratmaya çalıştı. Çok pişmanım....çok.

Sarp'ın gözleri işte şimdi üzerimdeydi. Dolan gözlerimi saklamak için bu kez de ben bakmadım ona. Sesim titrer diye devam da edemedim sözlerime. Benim yerime o devraldı sözü.

-Ben fırsat verdim sanıyorsun değil mi? Hayır. Onun sadece yanında öylece durmuşum gibi geliyor. Ona bakmamışım, ruhunu hiç görmemişim.

Gözlerimde biriken yaşlar ard arda atlarken artık konuşmama engel titremeler değil büyük yumrulardı. Pars'sa devam etti konuşmaya.

Ceset Çiçeği (Kitap Oldu!)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin