TANIK

14 5 4
                                    

Medya; Tanık İnci Demirci
Sarp Uygur'dan:

Zihnimin derinliklerinde kaybolmaktan yoruldum. Hissiz bir canavar gibi görürdüm kendimi hep. Ailemin ilgisizliğinin beni bu gün bu kadar katı bir adam yaptığını bildiğim halde, küçük kız kardeşime aynı muameleyi yapmıştım yıllarca. Avuçlarımın arasındaki fotoğraf çerçevesini biraz daha sıktım. Aşağılık herifin teki olduğum gerçeğini ne değiştirecekti! Hiç bir şey! Bunu değiştirmeye çalışan tek kişi Burçin'di, varlığını hatırlatmaya çalışırken ki acı çırpınışlarıydı. Ama artık o da yok! Kaç gün oldu, kaç saat? Bilmiyorum. Uyumuyorum. Gün kavramları tamamen karıştı bende. Elleri kelepçeli yargılanmayı bekleyen bir suçludan farksızım günlerdir. Suçluluk duygusunu aldım ve kendime dost ettim. Üzerinden öfkemi besledim. Kendi kendini zehirlenmenin acı lezzetini tattım, Burçin'in ortalıklardan kaybolmasından beri... Çerçeve onu ne kadar sıktığımı avucumun içini kanatarak anlatmaya çalıştı. Kurtulmak için hamlesiydi çerçevenin, çerçevenin içindeki Burçin'in. Acaba o da ortalıktan kaybolarak, elimi kanatan bu çerçeve gibi varlığını mı hatırlatmaya çalışıyordu? Bu nasıl bir varlık ki, yokluğunun soğuk zemininde bizi çırılçıplak bırakıyor? Avucumdan iki damla birbirini takip ederek düştü laminant zemine. O damlalar sanki zihnime düşmüş gibi yankı oluşturdu zihnimde ve köşesine oturduğum dağınık yataktan ağıya fırladım bir anda. Bu ani hareketim, zihnimdeki bu yankı yüzünden başım döndü. Kendimi toparlamak adına bakışlarımı karşıya odakladım ve odaklandığım yerde görüntü netleşince kendi yansımamla karşılaştım. Bir arada durmanın ne demek olduğunu unutmuşca dağılmış saçlarım, Burçin'in evden son kez çıktığı o günden üstüme yapışıp kalmış gömleğimin düğmeleri neredeyse göbeğime kadar açıktı, bir elim düğmelere gittiğinde kimisinin kopmuş ve bulunmamak üzere kayıplara karışmış olduğunu fark ettim. O sırada bacaklarımı saran, ütüsüz olmasına normalde tahammül edemeyeceğim, kırış kırış kumaş pantolonum ve siyah çoraplarım takıldı bakışlarıma. Başkomiser Sarper gelip gittiğinden beri hiç birimiz bir araya gelmemiştik evde. Herkes birbirinden kaçarcasına dolaşıyordu koca evde. Bazen annemin yankılanan yakarışlarını, ağlama krizlerini duyuyordum. Neyse, kan damlaları tekrar zihnimde kendini hatırlattı. Aklıma, damarlara yayılırcasına yayıldı bu kan. Aslında yere damlayan kan damlalarıyla aynı anda zihnime damlamış fikirdi bu. Çerçeveyi elimden bırakmadan, uzun süredir görmediğim Pars'ın odasına doğru tabanlarımı yere vura vura hareketlendim. Kibar olamayan bir tavırla Pars'ın kapısını duvara çarpmasını saplayacak şekilde açtım. Pasr irkilmedi bile, o da aynı kıyafetleriyleydi hala ve o da dağınık yatağında uzanıyordu ve hatta onunda elinde küçük kız kardeşimizin fotoğrafı vardı. Ayrı odalarda aynı düşüncelere boğuluyorduk.

-Başlarım böyle işe!

Dişlerimin arasından tıslarcasına çıkan sesim bu sefer onun dikkatini bana vermesini sağladı.

-Pars Allah benim belamı versin lan! Şuncacık kız ya! Görmezden geldim, umursamadım, sormadım. Kaybolduğunu bile neredeyse fark etmeyecektim.

Pars uzandığı yerden dikeldi ve bana bakan bakışlarını devirdi.

-Sarp, kendini gidip başka bir yerde suçla. Ben ancak kendi suçlarımla boğulabiliyorum. Seninkileri çekemem bir de.

Elimdeki fotoğrafı Pars'ın yatağına attım. Bir süre yatağına düşen çerçeveyi izledi, ardından kendi elindeki çerçevesiz fotoğrafı da aynı tarafa attı. Bunun üzerine burada olma amacımı açıkladım.

-Dert yanmaya gelmedim. Bu zamana kadar bir boka yaramadık. Bari kızı bulmak için bir şeyler yapalım. Ben daha fazla oturamayacağım böyle. Boğuluyorum oğlum. Nefes alamıyorum.

Ceset Çiçeği (Kitap Oldu!)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin