SAAT 00.00

16 4 0
                                    

İnci Demirci'den:

Geç kalınmış bir gerçek için fazla söze gerek yoktur. Zamanında söylenmiş yalanlar, şimdi ki sözlerin yerini yeterince doldurmuştur zaten. Yalan dediğimiz şey de neyse artık! Bir avuç söz kalabalığı değil mi? Peki o söz kalabalığını yalan yapan ne? Zaten kanmayı beklediğimiz kalıplaştırılmış olaylar silsilesi... Kimin hayatı yalanlar üzerine kurulu değil ki? Zaten şu kafanın içindeki beyin bir yalan makinası. Her gün kendini kandıracak bir şeyler bulmuyor mu? Bizde yalanız! Dışarıya gösterdiğimiz bu yüz bile yalan! Gerçeği göstermek için sıyırsam yüzümü, ne güzelliğim kalır ki? Belki de yalanlarda bu yüzden güzel. Çirkinliği, onca acı gerçeği altına sakladığı için... Ama adı çıkmış bir kere! Halbuki gerçekler öyle mi? Hiç saklamadığı çirkinliği, en can alıcı kelimeleriyle... hayatlarımıza felaket getirmek için var olmuş gibiler. Hep kaçtığımız ama bizi hep kovalayan bir takipçi gibi, yakamıza yapışmış düşmeyen pis bir sülük gibi. Sırf can acıtmak için var olan bu 'gerçeklere' neden bu kadar muhtacız? Bu zihin yok mu... çok palavracı! Dönüp dolaşıp geldiğimiz nokta 'merak' oldu değil mi! Merakla ilgili söylediklerimi düşündüm bir süre... haklıymışım. Tek bir şeyi unutmuşum, her bir yalan aslında bir merakı gizlemek içinde söylenir. Can yakacağını bile bile gideriz gerçeğin üzerine, sırf meraktan. Yalanlar bir uyarıdır! Dur hayatının başka bir yüzüyle karşılaşacaksın! Dur! Durmalı mıyım? Hayır! Hiç durmamalıyım, hiç! Durmaya vaktim olduğunu kim söyledi? Koşmam gerek, bu hayata yetişmek için koşmam gerek... Koşmazsam geride kalırım, olduğum yerde. Olduğum yerden hayatı izlemek ıstırap olur. Eminim buna. Burçin de bu yüzden koşuyordu bence. Gerçekleri öğrenmek için! O da biliyordu 'gerçeğin' çirkin olduğunu, biliyordu hayatının değişeceğini. Yine de gitti buldu o gerçeği, onca yalanın örtmeye çalışmasına rağmen. Bu yüzdendi dağılışı, ailesinin yıkılışının altında kalmıştı Burçin.

Hepimiz tekrar oturmuş, ortaya aldığımız fotoğraftaki kadının bileğindeki bilekliğe dikkat kesilmiştik.

-Fotoğrafı ilk gördüğüm anda anlamıştım bir bokluk olduğunu. Yakıştıramadım, dillendiremedim. Aptal kafam, neyden kaçıyorsam!

Sarp sırtını arkasındaki koltuğa yaslarken yine kendini azarlıyordu.

-Fotoğraflar yanıltıcı olabilir.

Tıpkı kendimi ikna etmek için kullandığım cümleyi Sarp'a da söylemiştim ama üzerinde pek etkisi olmamıştı. Elini 'hadi oradan' der gibi sallamış, kafasını çevirmişti. Sadece onun değil, kimsenin üzerinde bir etkisi olmamış olacak ki Pars da atıldı.

-Neresi yanıltacak İnci? Bas baya yıllardır birliktelermiş işte. Bileklikte kanıtı. Benim anlamadığım o bileklik nasıl anneme geldi?

-Tamam... Sarp, Pars... İnci haklı. Siz gidin eve bir konuşun Haluk Beyle. Sorun açık açık, alın cevabınızı. En büyük hakkınız bu.

Başkomiser'in sözlerini hepimiz onayladık. Bunun üzerine herkes ayaklanırken, konu üzerine daha fazla konuşmamak iyi olmuştu. Kim gidiyor kiminle gidiyor gibi ufak tefek tartışmaların ardından, Sarp'a arabaya binip direk eve geçip Pars dönene kadar dinlenmesi ve babasıyla konuşmak için Pars'ı beklemesi söylendi. Sarp onaylayıp arabasına hareket ederken onu binmeden durdurdum.

-Sarp, sakin ol tamam mı? Geri alamayacağın sözler sarf etme. Önce dinle sonra konuş. Lütfen. Birbirinize en çok sarılmanız gereken zamanlarda, yanlış anlaşılmalara mahal vermeyin.

Sarp beni yorgun bakışlarıyla onayladı.

-Gidip dinlen sende. Çok yoruldun.

Bende onu onaylayınca arabasına bindi ve gözden kayboldu. Geri kalanımızdan beni, Lara'yı ve Alex'i Pars bırakacaktı. Başkomiser de yolu bize ters düştüğü gerekçesiyle Karaca'yı bırakmayı teklif etti. Ardından da emniyete geçecekti. İlk önce Alex'i evine bıraktık çünkü dinlenmek için en fazla Eftelya'nın okul çıkışına kadar vakti vardı. Sonrasında Eftelya nereye Alex oraya... Onun ardından Lara'yı işe bırakmak için Central'in önünde durduk. Lara inmek için hazırlanırken, Pars konuşarak onu durdurdu.

Ceset Çiçeği (Kitap Oldu!)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin