28.BÖLÜM

522 98 1
                                    


"Çaylar geldi." Nağme neşeli bir halde elinde tepsiyle salondan içeriye girdi. Ama gördüğü manzara karşısında sesi kısıldı kelimeleri geldiği gibi geriye kaçtı. Kanepe de uyuyakalmış, küçük bir çocuk gibi cenin pozisyonunda kıvrılan kadına şefkatli bir tebessümle baktı. Elindeki tepsiyi masanın üzerine bırakıp kendi odasına gitti. İnce bir battaniye alarak salona yöneldi. Elinde tuttuğu battaniyeyi arkadaşının üzerine örterken onu uyandırmamak için gayret sarf etti. Gün boyu sırf kendini rahatlatsın, yüreğini ferahlatıp, aklını dağıtsın diye onu öylesine çok çalıştırmıştı ki şimdi durumu biraz fazla abarttığını daha iyi anlıyordu. Arkadaşının başını okşayıp salonun lambasının yaydığı aydınlığı kısarak onu rahatsız etmeyecek loşluğa getirdi. Gözleri etrafta dolanırken Çakır'ı aradı. Gökçe uyuya kalmıştı ama adam ortalarda görünmüyordu. Gözüne balkonun kapısının açık olduğu ilişti. Ses çıkarmamaya özen göstererek ıssız adımlarla oraya doğru yöneldi. Perdeyi kaldırıp da onun heybetli duruşunu seyrederken yüreğinin nefesinin kesildiğini hissetti. Hayata karşı yenik düşmüş ruhu ona doğru bir adım daha atmakta güçlük çekiyordu. Omzunu balkon kapısının pervazına dayadı derin bir nefes alarak gözlerini kapattı. Ona doğru gitmek için güç toplamaya ihtiyacı vardı. Çakır ellerini ceplerine yerleştirmiş gecenin karanlığında adeta ateş böcekleri gibi yanıp sönen ışıklara bakıyordu. Her bir ışık bir hayat demekti. Aklı darma duman olmuştu. Sabah annesinden Gökçe'nin evde olmadığı haberini alır almaz deliye dönmüştü. Defalarca arasa da karşılık bulmayan aramaları onu büyük bir cenderenin içine sürüklemişti. Aramadığı yer gitmediği kapı kalmamıştı. Çaresizce tükendiği sırada ona gelen bir mesaj ve adresle şaşkına dönmüş ama bir o kadar da rahatlamıştı. Her ne kadar mesajın sonundaki isim onu afallatsa da o an onu düşünmek istememişti. Soluğu Nağme'nin göndermiş olduğu adreste alırken gördüğü bazı ayrıntılar hiç de hoşuna gitmemişti. Şimdi gecenin en koyu karanlığında soluk alıp verirken yaşadığını hissetmeye ihtiyacı vardı. Hayata karşı dik durması gerektiğinin farkındaydı ama giderek daha fazla yorulduğunu hissediyordu. Bitmeyen sıkıntıları artık kasaveti almıyordu. Huzursuzluğun ev sahipliği yaptığı bezginlik onu esir almıştı. Ne yapacaktı? Nasıl yapacaktı? İşleri nasıl yoluna koyacak? Gaye'yi, Nağme'yi hayatının neresine koyacak, Gökçe'yi nasıl toparlayacaktı bilmiyordu? Huzur istiyor ama gideceği yolu bir türlü bulamıyordu? Ruhunu okşayacak gerçek bir şefkate ihtiyacı vardı. Ona yol gösterecek elinden tutup ömrüne ışık yakacak birine ihtiyacı vardı. Ama her şey o kadar zor ve imkansızdı ki...

"Ne o Çakır Efendi karanlıklar içinde yitip gitmeye çok meyillisin bakıyorum da." Diyen sesin tınısı ima doluydu. Ardından duyduğu ses ile kafasını kadına döndüren adam onun tavrına şaşırıyordu. Sesi sitem doluyken yüzünde çektiği acıyı perdelemek için kat be kat maske takıyordu.

"Yitip gitmeler sana yakışır Nağme Hanım, ben kimim ki yitip gideyim?"

Nağme Çakır'ın cevabı ile büyük bir hüsrana uğrasa da kalbinin çektiği ıstırabı, ruhundaki düş kırıklıklarını ona hissettirmek istemiyordu. Kahır onun, elem onun, dert de çile de onundu. Hiç kimseye bunları pay etmeye niyeti yoktu. Yüzüne yakıştırmakta güçlük çektiği tebessümü sesinin tınısına da dizerken büyük zahmete girmişti.

"Bana laf sokmadan günün geçmeyecek yine değil mi?" diyerek adamın yanı başına geldi. Sırtını balkonun korkuluklarına dayadı. Ellerini kucağında birleştirdi ve yönünü ona doğru döndü. Yüzünü adamın ay ışığında parlayan suretine döndürürken gözlerindeki cesarete şaşırıyordu. Yıllar sonra karşılaşmışlar ve gözlerine ilk defa gerçek anlamda korkusuzca bakıyordu. Ürkmeden, ürpermeden, çekinmeden dosdoğru adamın gözlerinin harelerini ezberlercesine bakıyordu.

DAYAN YÜREĞİMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin