On Sekiz Yıl Önce §unless Vadisi yeni bir güne uyanıyor ve havadan gelen kuş cıvıltılarıyla bürünen, rüzgârın uğultusuyla hafifçe sallanan, ürkütücü boz yeşili ağaçların seyre daldığı masmavi gökyüzünde yine bir karanlık beliriyordu. Bu karanlığa rağmen §unless şehrinin sakinleri istemeseler de vadide yaşamayı çok seviyorlardı. Bu vadide yaşamak sakinlere göre bir hediyeydi, ilginç tarihsel olaylara tanık olan bu yerin ilginç olaylara da sahiplik ettiği de biliniyordu. Vadinin en ilginç olayı da şüphesiz güneşi sadece batarken görmesi, bu yerin ilginç olmasına yetiyordu. Güneşin doğduğu andan itibaren onu takibe alan simsiyah bulutun, güneşin sahil tarafında batarken kaybolması ile birlikte birçok ziyaretçinin de önünü açıyordu bu vadiye. Kısacası §unless Vadisi karanlık bir vadi ve güneşi sadece batarken gören bir şehir yani güneşsiz vadi olarak biliniyordu. §unless vadisinin en büyük ormanı olan Night Forest adındaki ormanı da neredeyse bu vadinin yarısı kadar olup ve dağa doğru uzanan bitki örtüsüyle birlikte engebeli arazilere de tanıklık eden köyleriyle meşhur şehirden uzak bir arazi içerisindeydi.
On sekiz yıl önce yıllar sonra yaşadıkları §unless vadisine gelen iki kişiydi, o gölgeler. Sunless ormanına ayak basmışlardı bölgenin kokusu ağaçların uğultusu içlerindeki hazzı daha çok uyandırıyordu. Bir yanda şehir uğultusu bir yandan doğa sesleri iki gölge için oldukça manidardı. Bir amaç için döndükleri vadiye, ellerinde harita ile uçsuz bucaksız ormanda saatlerce aramalar yaparken karşılaştıkları zorluklarla başa çıkabilmeleri o iki gölgenin ne kadar da kararlı olduğunu oldukça hissettirecekti.
İki gölge ormanın derinliklerine doğru indikçe küçükken buradaki anıların canlandığını çokça hissetmek ve duygulanmak yerine tam tersine hatırlamamayı seçmek kendi tercihleri olacaktı.Yukarı doğru yürüdükten bir kilometre sonra düz bir alana, Niğht Forest Yoluna doğru uzanan ve birçok kişinin ölümüne sebep olan Swallow nehrine varıyorlardı. Swallow nehri yolu hunharca taşlarla, suyu hızlı akmakta olan ve derinliğiyle Swallow köprü yolunu yarıyor gibiydi. Bu uzun köprüye yaklaştıkça ne yapsalar da anılarını kafalarında canlandırmalarına engel olamıyorlardı. Nedeni ise köprü yolun bir kilometre ilerisinde gözüken yemyeşil çimleriyle futbol sahasını andıran şehirden uzak hayatlarını sürdürmeye çalışan Blurred köyü sakinleriydi. Elbette o anıların canlanmasında köyde yaşamını sürdüren insanların bir etkisi olmayacak kadar vicdanlı değillerdi. Dinlenmek için biraz durmuş olsalar da asıl nedeni kalplerindeki adrenalin patlaması olduğu hissediliyordu. İki gölge için durmakta boşa zaman kaybıydı §unless de hava daha da kararmadan hedeflerine ulaşmaları gerekiyordu. §unless zaten çoğu gününü karanlık geçirip, geceleri bu karanlık kendini zifiri gökyüzüne bırakıyordu. Blurred köyünden geçerken köy sakinleri bu iki gölgeye çok dikkatli bir şekilde inceliyorlardı. İki gölge bu durumdan çokta rahatsız değillerdi. Ne olursa olsun onlara bela olanları alt edebileceklerini biliyorlardı.Blurred köyünü geçtikten sonra karşılarına çıkan dikenli araziden geçerek Sira mağarasındaki hedeflerine ulaşmaları gerekiyordu. Sira mağarasının da §unless vadisi gibi ilginç olaylarla dolu olduğu bilinmesine rağmen iki gölgenin hedeflerine ulaşmakla zorunlu olduğu gerçeği gölgelerin zihinlerinden çıkmıyordu. Gölgelerden biri dikenli araziden geçmek için devasa dikenleri beş saniyede yakması bu iki gölgenin neden bu kadar korkusuz olduklarını doğrudan gösteriyordu. Sira mağarasına ulaşan iki gölge hedeflerinin çoğunu bitirmişti, ancak onları daha zorlu bir sınav bekliyordu. Mağaranın derin koridorlarına doğru indikçe, taşların üstünde süslemelerle dolu resimler bir şey anlatırcasına bağırıyordu. İki gölge haritayı doğru adımlarla takip ederek mağaranın dar koridorlarının birinden geniş bir mahzene çıkıyordu. Daha çok bir mağara mezarını andıran bu mağara açıklığında 5 den fazla tabut ve daha da ilerisinde küçük kulübeye benzeyen bir yapı iki gölgenin karşısında duruyordu. Bu iki gölge bu durumdan pekte hoşnut olmuyordu. Aradıkları hedeflerinin içinde sadece iki tabut bulmaları gerekiyor ve bu tabutlardan hangi ikisi doğru olanı bilemiyorlardı. Onların hedeflerindeki tabut elbette uzun olmamalıydı. Kulübe dışındaki tüm tabutlar oldukça uzun hatta bazıları da genişti. Bin yıllık tabutlar örümcek ağlarının örttüğü, içinden gelen koku ve üstlerindeki büyük kilitler ile dikkat çekiyordu.
Gölgeler kulübeye doğru ilerlemeye başladıkça mağaradan gürültü kopmaya başlıyordu. Mağaradan gelen bu gürültü önce yarasa çığlıklarına bürünüyor ardından gelen sallantılarla deprem hissi yaratıyordu. Gölgeler kulübeye hızlı adımlarla yaklaşıyor, sallantının daha da arttığı, taşların yer değiştirmesinden görülüyordu. Kulübeye ulaşan gölgeler aradıkları tabutları zar zor buluyorlar ve görevlerini yerine getirmek için heyecanla o göreve başlıyorlardı. Kokuya aldırmadan iki gölgeden biri küçük tabutların başına geçerek beş bölgesinden de kilitlenmiş tabutu önce basitçe açmayı düşünmüş olacak ki kuvvet uygulamıyordu. Kullandığı kuvvet yeterli gelmediğinin geç de olsa farkına varıyordu. Tabuta öyle bir kuvvet uyguluyordu ki diğer gölge yüzüne bakarak daha nazik olmalısın diyor gibi tebessümde bulunuyordu. Tabut açılmıştı bir nevi tabuttaki çatlaklıklar uygulanan kuvveti de gözler önüne serecek düzeydeydi.
İkinci gölge kuvvet uygulamadan dahası kilitlere elini sürmeden o kilitleri tek bir serzenişi ile açmayı başarabiliyordu. İlk gölge ''Başlayalım!'' haykırışıyla o anı bozarken diğer yanda ikinci gölge tabuttaki gördüğü hançerlenmiş bebekler sayesinde duygularını tutamıyor ve ağlamaya başlıyordu. Gölgeler bir süre birbirlerine sarılarak hayatlarının bu durumuna ağlıyorlar, toparlanmaları da çok üzün sürmüyordu. İkinci gölge "Başlayalım." dedi. Sistematik olarak hedeflerine öncesinde ten renkleri soluk bebeklerden hançerleri çıkarmakla başlıyorlardı. Bebeklerin ten renkleri yavaş yavaş kendisine gelirken, ikinci gölge iki bebeğe şişe içinde bir sıvı içiriyordu. Bu onların hedeflerine ulaşmış olduklarını ancak, yolun sonunun uçurumdan başka bir şeyden ibaret olmadığı gerçeğini değiştirmeyecekti. Mağara büyük sarsıntıyla sallanmaya başlarken kayaların yerle çarpışması toz bulutlarına dönüşüyor mağara yıkılmaya başlıyordu. İki gölge bebekleri de alarak mağaradan çıkmaya çalışıyorlardı. Ama bu o kadar da kolay olmayacaktı. Yer altından sızan sıcak sular onlara zor anlar yaşatıyordu. Mahzenden dar koridorlara girdiklerinde sıcaklık artıyor, mağaradan devasa lavlar çıkıyordu. Kucaklarında iki bebekle labirentlerden geçerek gün doğumunu karanlık da olsa aydınlık olarak görmenin bir çıkış noktası olduğunu biliyorlardı. Uzun bir tırmanıştan sonra sabah saatlerine doğru mağaradan kendilerini zar zor yukarıya doğru çekiyor ve sonunda yeşil bir düzlüğe çıkıyorlardı. Gün tamamen doğmadan bu iki bebeği nereye bırakacaklarını düşünmeye başlıyor, telaşları yüzlerinden okunurken onlara bir yuva bulmak zorunda olduklarını düşünüp duruyorlardı. Mağaradan terli ve panik olarak çıkmışlardı, ikisi de bebekleri alıp uzun tahta köprüden geçtikten sonra Blurred köyüne doğru, geri dönüyorlardı. O gün hava pusluydu güneş pus yüzünden gözükmüyordu. Pus büyük §unless vadisini esir almış, ileride bir kaç ağaçtan başka bir şey gözükmüyordu. Birinci gölge irkildi yaptığımız bu şeyin tanrıyı kızdırdığını ve küçük bulutun yerini pusa bıraktığını düşünmeden edemedi.
"Ne yapacağız?" diye haykırdı ikinci gölge. "Bunları nereye vereceğiz hemen çözüm bulmalıyız." diye devam etti. Ne olduğunu anlamadı bu haykırıştan birinci gölge, düşündüğünü biran için kafasından attı. "Ben düşünmüyor muyum? Bugünü bir atlatalım ben gidip bir aile bulacağım." Dedi birinci gölge.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YEDİ KALP
FantasyTwitter: @YediKalp Konu: Yılların eskiliğine dayanan ve dört kardeşe aileleri tarafından bırakılan doğaüstü bir mirasın başlarına bela olmasını anlatan. Bu kardeşlerin hayatlarındaki, diğer insanlara, arkadaşları ve onların ailelerine kadar etki ed...