-''Ve... Sen benim ailem değilsin.''
Sözler henüz ağzından çıkarken bile pişmandı Vivian. Arkasını dönüp Blake’e bakmaya cesaret edemedi, birkaç saniye daha oyalandıktan sonra yeşermiş merdivenleri çıkıverip eve girdi ve kapıyı kapadı. Kapıya yaslanıp dolan gözlerini tavana diktiğinde sözlerinin doğru olmadığını düşündü. Blake’den başka kimi vardı ki? İçinden bir ses büyükannen cevabını verirken pek de tatmin olmadı. Blake başkaydı. Onun çocukluğu, dünü, bugünü, yarınıydı.
Odasına vardığında dalgınca soyundu ve yeni yıkanmış bir gecelik takımı giyindi. Yarım saat kadar durdu duramadı ayağa kalkarak yuvarlak penceresinden aşağı bakındı ve gözleri aradığını buldu. Genç adam ağacın hemen önünde elindeki çimlerle oynuyordu. Kafasını öne eğmişti. Onun bu halini görünce Vivian derin bir iç çekti. Kadınların oldukça duygusal varlıklar olduğunu biliyor bunu her geçen gün daha da iyi anlıyordu. Daha saatler önce genç adama küs kalıp onun kalbini kırmak isteyen kendisi değilmiş gibi deminki sözleri söylememiş olmayı diledi. Blake kendisini azarlarken belki de bir şeye canı sıkkındı diye düşündü. Kendini ikna edecek bir iki şey daha buldu kafasında.
Blake’in dışarıda üşümüş olabileceğini düşünüp sıkıntıyla saçlarını düzeltip yatağına yattı. Sıcak bir örtü mü götürseydi acaba ona? Hayır hayır söylediği sözden sonra örtüyü götürüp ne diyecekti. Yatakta bir o tarafa bir bu tarafa dönerken dayanamadı ve yumuşak terliklerini ayağına geçiriverip dolaptan kalın bir örtü aldı. Büyük annesini uyandırmak istemediği için en az Scarlett kadar sessiz bir biçimde aşağı inip kapıyı açtı. Kapı sesiyle eş zamanlı olarak Blake kafasını kaldırdı. Yorgun ve düşünceli görünüyordu. Genç kız elindeki örtüyle yanına varana kadar ses etmedi.
Vivian elindeki örtüyü ona uzatınca tekrar kafasını eğdi ve minik parçalara böldüğü çimenlere baktı. Kırılmıştı işte genç kıza. Kendi istediği şey de bu değil miydi zaten? Bir yanı Vivian’ın zaafından yararlanmak istiyor; bugün genç kızı azarlayan yanı ise onun güçlü durmasını ve Blake’e karşı koymasını, Blake yerine kendini düşünmesini istiyordu. Amaçladığı olmuş genç kız ona ailesi olmadığını söylemişti. Öyleyse neden şimdi elinden şekeri alınmış çocuklar gibi-bu deyimi dünyaya geldiğinde öğrenmişti- kendini kötü hissediyordu.
Örtüyü tutan eli havada kalan Vivian’ın gözleri dolarken örtüyü genç adamın sırtına dolayıp yanına oturdu. Birkaç çimen de o kopardı. Kafasını yıldızlara çevirip mırıldandı; ‘’Söylediklerim doğru değildi.’’ Gözlerini adamın altın sarısı saçlarına çevirdi. ‘’Sadece bugünkü olanlar yüzünden seni incitmek istedim. Ne hissettiğimi anlaman için.’’ Sıra gözlerini, genç adamın saçından aşağı kaydırmaya geldi. Gözlerine.
Blake’e baktığında o da kendini seyrediyordu. Öyle güzel bakıyordu ki, genç kız ne yapacağını şaşırdı. Kalbinin hızlandığını hissetti. Blake elini tam önünde duran çimlere iki kere değdirdi. ‘’Gel buraya.’’
Vivian adamın yanına yaklaştı ve sırtını onun göğsüne dayadı. Saniyeler geçmeden Blake’in ona örtüyle beraber sarıldığını hissetti. Ve o an evine dönmüş gibi hissetti. Olması gereken yer burasıydı. Havanın hafiften soğuk olması umurunda bile değildi. Boynuna yaslanan alnı hissetti ve oraya yerleşen yumuşacık saçları.
O gece ikisi de konuşmadı. Sessizlik ana dilleri oldu ve onun sayesinde barıştılar. Hareketleriyle usulca özür dilediler yaptıkları için. İkisinin de gözleri kapalıydı. Gecenin sonunda Blake, Vivian’ın uyumaya yakın üşüyeceğini bildiği için onu kucağına aldı ve yukarıya çıkardı. Yarım kalan sarılmaları odada tamamlandı ve birbirlerinin varlığından huzur duyarak uyudular.
Uyumak bulunmaz bir nimetti. Hem beden dinlenir hem de gece insana büyülü rüyalar sunardı. Vivian’da o büyülü rüyalardan birini görmekteydi. Çocukluk arkadaşı Kate ona yüksek bir tepeden el sallıyor ve kendini takip etmesi için eliyle onu çağırıyordu. Neden bilinmez ama Vivian’da coşkuyla koşuyor ve Kate’e yetişmeye çalışıyordu. Ne de güzel yemyeşildi her taraf. Kate’e bakarken genç kızın gitgide küçüldüğünü gördü. Koştukça yaşı küçülüyor ve genç kızlıktan çocukluğa geçiş yapıyordu. Ve o an Vivian kendi boyunun da kısaldığını fark etti. Kate artık koşmayı bırakmış arkası dönük bir vaziyette bekliyordu.
Soluk soluğa kalan Vivian Kate’e yetişti ve omzuna dokundu.
-‘’Sorun ne neden durdun?’’ Sesi ufak bir çocuk sesiydi.
Kate yavaşça arkasını döndü ve rüzgarın uçurduğu saçlarını yüzünden çekti. Gülmüyordu. Vivian’a bir adım attı ve kulağına eğildi. Fısıldadı.
-‘’Kalbini dinle.’’
Neler olup bittiğini anlamadı Vivian. Minik dudağını ısırdı ve masumca Kate’e baktı. ‘’Nasıl yani?’’
Kate öfkelenmişe benziyordu. İşaret parmağını Vivian’ın kalbine dokundurdu, yüzü farklı suretlere dönüşürken bir çocuktan çıkabilecek en öfkeli ve gürültülü sesle bağırdı.
-‘’Kalbini dinle.’’
Uykusunun arasında düzensiz, kaygılı nefesler alan Vivian, gördüğü düşün şokuyla elini Blake’in kalbine koydu ve tereddüt etmeden emretti. ’’Bana kalbini göster.’’
Uyku, genç kızı kolundan tutarcasına onu tekrardan içine çekti. Vivian gözlerini araladığında küçük bir süs bahçesindeydi. Bahçenin güzelliğini seyre dalmadan önce yumuşak rüzgarda uçuşan beyaz elbisesine gözü kaydı. Sonra da başını kaldırıp küçük havuzcukları seyretti. Her havuzun şekli başkaydı. Biri tavşan şeklinde, biri daire, biri ise kuş şeklindeydi. Tasarımcıya şimdiden hayran kalmıştı.
Derken labirente benzeyen çimlerin arasından küçük bir oğlan çocuğu çıktı ortaya. Sapsarı saçları, boncuk boncuk bakan gözleri vardı. Vivian gülümseyerek ona yaklaştı, çocukları severdi. Çocuk minik havuzlardan birinin üzerine eğilmiş, sudaki yansımasını izliyordu. Sarıya çalan minik kaşları düşünceli bir biçimde havalanıyordu. Elini suya değdirip, suyu etrafa sıçrattı. Tam o sırada genç bir kadın koşarak çocuğa yaklaştı. Çok endişeliydi ve soluk soluğa kalmıştı.
-‘’Hemen oradan uzaklaşın küçük prens, çok tehlikeli orası çok tehlikeli. İçine düşebilirsiniz.’’
Çocuk dudağını büktü ve kafasını yana eğdi.’’Hayır.’’
-‘’Ahh.. Tanrım şuracıkta bayılıvereceğim şimdi. Anneniz sayın kraliçe böyle tehlikeli şeyler yaptığınızı görürse ne der peki?’’
Çocuk boyunu kat kat aşan çim yapılara baktı ve kafese hapsedilmiş bir kuş gibi hissetti kendini. Eliyle çimleri işaret etti ‘’Beni diğer çocukların yaşadığı yere götürürsen bir daha tehlikeli bir şey yapmam Nora.’’
Kadın ellerini hızla salladı. ‘’Olmaz olamaz, saraydan çıkamayız küçük prens, lütfen gel hadi yanıma, uzaklaş o havuzdan.’’
Çocuk omzunu silkti ve tek bacağını suya soktu, kadına göz ucuyla bakıp öteki bacağını da daldırdı ve oturduğu yerde kendini kaydırarak havuza daha çok yaklaştı. Nora çığlık atıp kafasındaki beyaz mendili çıkardı ve dizlerini döverek çocuğa koştu. ‘’Tamam, tamam sen kazandın, gideceğiz. Gel şimdi hadi yanıma.’’
İstediğini alan çocuk sudan bacaklarını çıkarıverdi ve gülerek Nora’ya koştu.’’Yaşasınnn.’’
Vivian, seyre öyle dalmıştı ki, orada olduğunu bile unuttu. Etraftaki çimler kayboldu ve yerini eski zamanlardan kalma bir sokağa bıraktı. Sokak kadar eski bir şey varsa o da kesin olarak insanların giyimleriydi. Satıcılar atların üstünde taşıdıkları mallarını övüyor, kadınlar renkli kumaşlar beğeniyor, çocuklarsa hemen yandaki at arabasına yüklenmiş olan tahta oyuncaklara hayranlıkla bakıp, hayret ediyorlardı.
Ve evet tam o sırada Nora ve küçük çocuk göründü. Nora koyu mavi kukuletalı bir pelerin giyinmiş, dikkat çekmeyen ama hızlı adımlarla yürüyor, elinden tuttuğu küçük oğlanı yönlendirirken, oğlanın da yüzünün gözükmemesi için büyük bir çaba sarfediyor ve küçük kukuletayı sürekli oğlanın başına indiriyordu. Vivian onları kaybetmek istemeyerek peşlerine takıldı.
-‘’Etrafımı göremiyorum Nora, neden bunu takmak zorundayım?’’
Kadın homurdandı. ‘’Bir gün ölümüm senin elinden olacak küçük prens, Kral ve Kraliçe seni saraydan çıkardığımı bir duyarsa ne olur biliyor musun sen? Ah tanrım yırtıcı hayvanlara yem bile olabilirim.’’
Çocuk kıkırdadı. ‘’Merak etme seni korurum Nora. Hem biliyor musun sen benim en sevdiğim dadımsın.’’
Nora gülümsemesini engelleyemedi. ‘’Hala en sevdiğin dadın olarak kalmamı istiyorsan acele etsek iyi olur.’’ Adımlarını hızlandırdılar. Çocuk etrafta koşuşturan miniklere katılmak için ara sıra Nora’nın elini bırakmaya yelteniyor ama elinin sıkıca tutuluyor oluşu buna müsaade etmiyordu. Şuradaki çocuklarla koşup oynasa ne olurdu sanki? Küçük kız kardeşi Anna ile oynamaktan sıkılmıştı çoktan. Anna hep kız oyunları oynamak istiyor. Ne zaman düşse büyük bir yaygara koparıp o tiz ağlak sesiyle tüm dadıları başına topluyordu.
Birkaç sokak daha gezdiler ve dönüş yolunda Nora az da olsa rahatladı. Küçük prensi sağ salim saraya götürsün, başka da bir ay boyunca kendi için bir şey dilemeyecekti. Yol üzerinde toplanmış bir kalabalık gördüler o an, bir kadın ağlıyordu fakat insanların ördüğü etten duvar varken sesin sahibini görmek mümkün değildi. Çocuk Nora’nın elini kalabalığa doğru çekti. ‘’Neden biri ağlıyor, hadi Nora bakalım, hadi.’’
Merakına yenik düşen kadın prensin yüzünün gözükmediğinden emin oldu ve gürültülü kalabalığa yaklaştı. Bir kaç kişi yol verince eskice bir bezden yapılmış sedyede bir adam gördüler. Karısı adamın üst kıyafetini soymuş, adamın karnındaki ısırık izini etraftakilere gösteriyor. Birinin hekim bulması için ağlayarak yalvarıyordu.
Prensin bu görüntüden etkilenmesini istemeyen genç dadı oğlanın gözlerini elleriyle kapadı ve oğlanı oradan götürmek için çekiştirdi. Fakat çocuk gitmemek için direndi.
Bu esnada yaralı adamın karısı küçük bir baygınlık geçirip geri dizlerinin üstüne doğruldu. ‘’Yılan soktu kocamı, yaraladı onu yaraladı. Yemin ederim ki nasıl olduğunu anlamadım birden bire oldu, lütfen lütfen yardım etsin biri, kocam ölüyor, kocam ölüyor.’’
Nora avcundaki küçük elin yokluğuyla sarsıldı ve birden başından soğuk terler akmaya başladı. ‘’Prens? Aman tanrım prens?’’ Etrafına bakındı hızlıca. ‘’Blake? Hayır, hayır.’’diye sayıkladı. O sırada çocuğun yaralı adamın yanına vardığını gördü ve atılıverdi.
Çocuk etraftaki sesler beraberinde avcundaki bir tutam otu dudaklarına götürdü ve bir şeyler fısıldadı. Otları hemen yandaki atın heybesinden almıştı. Kapalı duran avcunda minik yeşil bir ışık belirdi. Kendini oradan çekmek isteyen Nora’ya aldırış etmeden bitkiyi uzattı ve adamın yarasının üzerine koydu. Meraklı kalabalık ve adamın karısı ne olduğunu anlamadan, bitkinin değdiği yerler iyileşmeye ve kan izleri kaybolmaya başladı. Derken yaralı adam gözlerini açtı ve irkilerek doğruldu.
O sırada kocasının dibinde olan bitene yakından şahit olan kadın bu mucize karşısında kendinden geçerek tekrar bayıldı. Kalabalıktan şaşırma nidaları geliyor, kimse olan bitenin gerçekliğine inanamıyordu.
-‘’Nasıl olur?’’
-‘’Sihir bu.’’
-‘’Yoksa bir cadı mı? Tanrı bizi korusun.’’
-‘’Gözümle gördüm avcunda ışık vardı.’’
Henüz yeni iyileşmiş olan yaralı adam yorgunlukla gülümsedi ve çocuğun elini tuttu. ‘’Sen…Sen hayatımı kurtardın. Minnettarım. Bir? Bir melek misin yoksa?’’
Nora her ne kadar prensi saklamak istese de çabaları ise yaramadı ve minnettar adam çocuğun kukuletasını yavaşça indirdi. Eş zamanlı olarak kalabalıktan biri heyecanla bağırdı.
-‘’Prens bu.’’
Bir eli hala kukuletayı tutan adam elini indirdi ve şaşkınlıkla biraz önce ayılmış olan karısına baktı. O sırada coşkulu kalabalık kendilerince bir alkış tutturdu. Ve yıllar önce can bulan sözleri, yeniden can buldu.
-‘’Prens Blake çok yaşa! Blake Lloyd çok yaşa!’’
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İKSİR PRENSİ
Viễn tưởng"Blake" nam-ı diğer "İKSİR PRENSİ" kızıl bir cadının korkunç lanetine uğrayarak Araf'ın karanlığına mahkum edildi.Bu laneti sadece o soydan gelen bir diğer kızıl cadı, ruhunu feda ederek bozabilirdi.Ve 194 yıl sonra Blake'in beklediği o an geldi.Cad...