Araf'ın heybetli kapısı büyük bir gürültü eşliğinde aralanırken mahkum edilmiş tüm bedenler, içeriye süzülen incecik ışık huzmesinden korunmak için ellerini gözlerine siper ettiler.Muhafız meleklerden iki tanesi emir aldıkları üzere Blake'in bulunduğu zifir karanlık bölmeye ilerlemeye başladılar.
İçeridekiler karanlığa o kadar alışmışlardı ki, meleklerin ışıltılı kolyelerinden yayılan, ufacık parıltıya dahi tahammülleri yoktu.Kör olmak istercesine kapanan gözlere itiraz dolu mırıldanmalar eşlik etti.Meleklerin kimi götürmek için geldikleriyse ayrı bir merak konusuydu.Hoş, kimse birbirinin yüzünü bilmezdi zaten.Yanlarında oturan bedenin kime ait olduğunu anlayamaz, neye benzediklerini bilmezlerdi.
Günahlarının ve lanetlerinin ağırlığı pranga gibi ayak bileklerine mühürlenmiş bu insanlar, bedel ödemek için tutuldukları bu sonsuz karanlıkta aynı zamanda da sessizlikle cezalandırılıyorlardı.
Burada bulunan diğer lanetli bedenler gibi Blake de bir köşeye sinmiş, belki de 194 yıldır yerinden bile kalkmadığı bu ıssız duvar kenarında, sol dizini kendine çekip diğer bacağını dümdüz uzatmış bir vaziyette cezasını çekiyordu.Meleklerin geldiğini sezinlemişçesine başını kaldırdı.Başucunda duran melekler onu kollarından tutarak nazikçe ayağa kaldırdılar.Blake ne olup bittiğini anlamazken meleğin kolyesinden gelen ışıltıya yüzünü buruşturup yıllar sonra ilk defa konuştu.
-"Neler oluyor?"
Meleklerden biri duraksayarak Blake'e yanıt verdi.
-"Araf karanlığını ardında bırakma vakti, baş melek seni istiyor."
Blake'in yürümesine yardımcı olan melekler olmasa bu zifir karanlıkta tek adım dahi atamazdı.Meleklere özgü karanlıkta da görebilme gücü Araf mahkumlarının sahip olmayı arzuladıkları en büyük şeydi.
-"Ne yapacak baş melek beni? Cezamın sonsuzluğunu kendi ağzıyla söyledi.Bu da ne demek oluyor şimdi?"
Melek çıkış kapısındaki gümüşten oyulmuş ize elini bastırarak kapının küçük bir aralık şeklinde açılmasını sağladı.
-"Bunu ona sormalısın Prens. Ve gözlerini kapatsan iyi edersin."
Blake neredeyse iki asır sonra dışarıya adım attığına hala inanamazken elini hemen gözlerine siper edip göz kapaklarını sımsıkı yumdu.Işık o kadar güçlüydü ki mağaradan çıkan yarasa gibi kollarını kafasına sarmasına rağmen yine de ışığı hissediyordu.Bir müddet yürüdükleri yolun sonunda gözlerini kırpıştırarak açmayı denedi.Bir kaç denemenin ardından gözlerini tamamen açtığında istemsiz olarak nefesini tuttu.
Bu inanılmazdı...
Karşında parıltılar saçan tahtlara yüzlerce melek dizilmiş, diğerlerine nazaran en yükseğe konumlandırılmış tahtta ise baş melek oturmuş doğrudan kendisine bakıyordu.Blake bir an için afallasa da kendisini seyreden varlıkların üstünde göz gezdirip derin bir nefes çekti ve baş meleğe döndü.Gözleri karanlıktan başka bir şey görmeyeli ne uzun zaman olmuştu böyle? Yüce meclise hakim olan sessizlik baş meleğin gür sesiyle bölündü.
-"Blake Lloyd!! En başta yüce tanrının sonrasında da bizlerin bildiği gibi 194 yıl boyunca Araf'ın karanlık kollarında lanetinle yüzleştin."
Baş melek konuşurken aynı zamanda da tahtından kalkıp, zümrüt taşlarından oluşan merdiven basamaklarını inmeye başladı.
-"Dünya üzerinde canını yakıp öfkelendirdiğin ruh ne yazık ki gelmiş geçmiş en zararlı ve karanlık güçlerin sahibiydi.Kızıl Cadı..."
Baş melek elini havada dolandırarak tüm melekleri hayali bir halka içine aldı.
-"Burada ki herkes yaptığın hatanın ve kötüye kullandığın ilminin farkında "İksir Prensi"...Ve yine buradaki herkes senin özünde masum olduğunu ve son bir şansı hakettiğini düşünüyor."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İKSİR PRENSİ
Fantasy"Blake" nam-ı diğer "İKSİR PRENSİ" kızıl bir cadının korkunç lanetine uğrayarak Araf'ın karanlığına mahkum edildi.Bu laneti sadece o soydan gelen bir diğer kızıl cadı, ruhunu feda ederek bozabilirdi.Ve 194 yıl sonra Blake'in beklediği o an geldi.Cad...