BÖLÜM 17

4K 236 15
                                    

Sophia bir adam öldürmüştü! Hem de aristokrat birini! Bu aptal kız ne düşünüyordu? Nasıl yapabilmişti? Peki ya neden yapmıştı? Simon bunların hepsini öğrenmek zorundaydı. Doğruca Sophia'ya gitmek üzere yola çıktı.

  "Snow! Getir o nakış ipini!" diye bağırdı nafile yere Sophia. Küçük beyaz yaratık ordan oraya peşinde iple koşturup onunla savaşıyordu.    Arkasına yaslandı ve ayaklarını bir leydiye yakışmayacak şekilde sallamaya başladı.

  Lanet olası kır evi partisi yaklaşıyordu ve Sophia hala ne yapacağını bilmiyordu. Simon yine ona öyle dokunsa karşı koyabilir miydi? İstemsizce yaptıklarını düşünüp arkasına yaslandı ve gözlerini kapattı. Adamın yemyeşil ve buğulanmış gözlerini hatırladığında yanaklarının ısındığını hissetti. Ayrıca üzüntüyle, kalbinin de ısındığının farkına vardı. Kalpsiz birine aşık olmanın ne gibi  bir mantığı vardı ki? Bir de kendine akıllı derdi. Aşk mı?! Fark etmeden kabul mü etmişti? Ah! Bu işin sonu kesinlikle benim gözyaşlarımla bitecek. Diye söylendi içinden. Sonra bilinçsizliğin içine doğru çekildi, dün gece uyuyamamasının acısını şimdi çıkarmalıydı.

   Simon uşağın ekşi erik yemiş gibi büzdüğü suratına yumruğunu gömmemek için kendini zor tutuyordu. "Neymiş, günün bu saatinde hem de salonda uyuyormuş? Daha iyi bir bahane bulamadın mı küçük başbelası?" Kendi kendine konuştuğunu fark edince uşağı kenara itti ve tam bir "dük" heybetiyle odaya yürüdü.

  Kafası yana yatmış, dudakları hafifçe aralık, uzun kirpikleri yüzüne düşmüş bir Sophia'yı karşısında bulunca şaşkınlıkla yerinde donakaldı. Kız o kadar masum uyuyordu ki sanki karşısında üç yaşında yaramazlık yapıp yorulan bir çocuk vardı. Küçükken de minik çalıların arasında uyuyakalırdı zaten. Huzurla tabloyu izlerken birden burnu kaşınmaya başladı ve büyük bir gürültüyle hapşırık krizine girdi. Sinsi kedi köşedeki yazı masasının altından çıktı ve bariz bir sırıtmayla kendisine baktı. Lanet canavar!
  "Bir gün seni kesip yahni yapacağım, evet, evet! aynı Afrika'da gördüğüm gibi. O lanet beyaz tüylerini tek tek yolacağım. Bakalım o zaman da böyle şeytani bir şekilde sırıtabiliyor musun?"

  Sophia tatlı gündüz uykusundan büyük bir gürültüyle uyandı. Karşısında kıpkırmızı burunla hapşıran Simon'ı görünce günün yine hareketleneceğini anladı. Adam hem hapşırıyor, hem lanetler savuruyor, hem de kediyle konuşup onu tehdit ediyordu.  Baloyu hatırlamasaydı bu çok komik bir tablo olabilirdi.

  "Snow'a  zarar vermek için önce beni ezmen lazım." dedi sessizce.

  "Benim planım da .....hapşııı!... tam olarak buydu." dedi adam.

  " Hadi seni çıkaralım burdan. Daha fazla hapşırırsan burnun düşebilir."

  " Bunu istemeyeceğinden şüpheliyim küçük bayan."  dedi tek kaşını kaldırarak.

  "Evime gelen bir dükün eksik bir organla dönmesini tercih etmem."

  " Ama ölü olarak dönmesini tercih edersin?" dedi adam birden.

  " Ne?!" diye bağırdı Sophia ve oturduğu koltuktan birden kalktı.

  "Başka odaya -mümkünse kedi kokusu olmayan bir odaya- geçelim ve her şeyi anlat bana."

    Sophia'nın başı dönüyordu. Geçtiği koridorun farkında bile değildi? Şimdi ne olacaktı? Hapse mi atılacaktı? Yoksa asılır mıydı? Belki de ona merhamet eder ve Adalara sürerlerdi. Gözleri batmaya başlamıştı. Ne yapacaktı şimdi! Sarı odaya girdi ve adama yol verdi. Simon hala ara ara hapşırıyordu. İçeri geçti ve kendini bir koltuğa atıp mendilini burnuna bastırdı.  Sophia ise ne yapacağını bilmeden ortalıkta dolanıyordu.

  " Sophia, başımı döndürüyorsun, lütfen oturur musun?" Nasıl bu kadar sakin olabiliyordu?!

  " Peki. Sen... Şey biraz önce ne ima ettin acaba?"  dedi çaresizce.

  " Gayet iyi biliyorsun Sophia." dedi burun kemiğini sıkıp fena bir baş ağrısı çektiğini belli ederek. Sophia'nın beyni tümüyle çalışmayı bırakmış, ve bir şeye odaklanmıştı; Bunu nasıl açıklayacaktı?

  " Sen.. Sen bunu nerden öğrendin?"

  " Şuanda soruları soran taraf ben olmalıyım. Ve hemen cevap istiyorum. Neden onu öldürdün?" Sophia'nın irkilmesi gözle görülür derecedeydi. Simon kızın korkusunu gözlerinden okuyabiliyordu. Yerinde hafifçe kıpırdandı, yutkundu... Sonra ağlamaya başladı. Aaah Lanet olsun!
  " Sophia bana ne olduğunu anlatır mısın lütfen. Ağlamanın hiçbir yararı yok."

  " Ben... Ben, Ah!" Kızın bu anlamsız konuşmaları sinirini bozmaya başlamıştı artık yerinden kalkıp kızın yanına oturdu ve yüzünü elleri içine aldı.

  " Sophia, sadece sana yardım etmek için soruyorum bunları. Korkmana gerek yok. Seni asla bilerek incitmem." dedi güven veren bir sesle. Kız ürkekçe kafasını kaldırdı ve yaralı gözlerle ona baktı. Ne yaşamıştı bu kız böyle?

  "Neden bu kadar sakinsin? Benim bir adamı öldürdüğümü öğrendin neden hala benimle uğraşıyorsun, beni neden şikayet etmedin?"  dedi hıçkırarak.

  " Birincisi senin haklı sebeplerin olduğundan eminim. Küçükken ölü bulduğun bir kuşa cenaze töreni hazırlayan sen değil miydin? Hatta beni de katılmaya zorlamıştın?"

" Ama sen katılıp benimle dalga geçmiştin üstüne bir de gülme krizine girmiştin." dedi çekingen bir küskünlükle.

  " O zaman yüz ifadelerini değiştirmeye bayılıyordum gerçi hâlâ bayılıyorum ama şimdi konumuz bu değil. İkinci sebebime gelecek olursak o adam kesinlikle haketmiştir öldürülmeyi. Şimdi, anlat hadi."

Simon onu nerden tanıyordu? Sophia çaresizce anlatmaktan başka yolu olmadığını fark etti. Derin bir iç çekerek ve utançla anlatmaya başladı.

  " Onunla, yani Brian'la taşradaki evimizde kalırken tanıştım. Yan mülkün sahibinin oğluydu. Ve babası Kont Horweigh oldukça nüfuzlu biriydi, böylece babam ve o ikimizi uygun görüp anlaşma yapmak için hazırlıklara başladılar. Ben de kendimce seviniyordum çünkü Brian oldukça göz alıcıydı. Bir süre sonra sürekli beraber zaman geçirmeye başladık. Başlarda her kızın isteyeceği ilgiyi gösteriyordu ve bundan çok memnundum ama sonra bir şeyler değişmeye başladı. Bakışları değişti, dokunuşları kibarlıktan çıkıp sabırsız olmaya başladı. Bu durumu fark edince ondan  kaçmaya başladım ama nereye gitsem karşıma çıkıyordu. Ne de olsa neredeyse nişanlımdı ve kimse ona karışmıyordu rahatça evimizde geziyordu.
    Sonra bir gün beni evin bir odasında yakaladı ve kendini kaybetmişçesine saldırdı, onu daha önce hiç böyle gördüğümü hatırlamıyorum başka biri olmuştu. Ben de o korkuyla elime geçen ilk şeyle, yani a şömine demiriyle kafasına vurdum. Gerçekten amacım onu öldürmek değildi sadece uzaklaştırmaya çalışıyordum ama vurduğumda hareketsizce yere yığıldı ve bir daha nefes almadı. Ne yapacağımı bilmez şekilde ağlamaya başladım sonra odama gidip toplanmayı sonra da ülkeden kaçmayı düşünerek çıktım ve William'a çarptım. Yüzümden ne olduğunu anlayıp olayı anlattırdı ve hemen bir plan kurdu. O ve ben Brian'ın ölü bedenini ufak kayalıkların olduğu bölgeye taşıyacaktık ve atından düşüp bu şekilde ölmüş süsü verecektik. Ama hizmetçiler büyük sorundu, sonra evde dikkat dağıtacak bir şeyler yapmamız gerektiğini fark etti ve ufak çaplı bir yangın çıkarma fikrini ortaya sürdü. Ben tabii ki kabul etmedim çünkü başka birileri de yaralanabilirdi ama nihayetinde başka çıkar yolumuz yoktu ve kabul ettim.
  Brian'ı arka veranda kapısından çıkardık ve William atını getirdi ona yükleyip anlaştığımız yere götürdük. Hiçbir sorun çıkmadı. Daha sonra herkes gerçeğin bu olduğuna inandı. Gerçi babası süikast olabileceğinden şüphelenip düşmanlarını araştırdı ama kimse beni şüpheli olarak görmedi. Konu sessizce kapandı. Ama içimde her zaman vicdan azabıyla yaşadım. Bu kadar. Umarım öğrendiğin için mutlusundur şimdi ne yapacaksın beni şikayet mi edeceksin?"
   "Hayır evleneceğim..."

Merhabalar! Geçen hafta bir arkadaş yavaş yazıyorsun demişti ben de ona açıklama yapmıştım burda da tekrar etmek istedim; Bölümün en azından 30, 35 vote'u geçmesini ve en azından birkaç yorum gelmesini bekliyorum ki beğenildiğinden emin olayım. Yoksa bakıyorum binlerce kişi okumuş ama yirmi kişi beğenmiş haliyle "Hımm galiba olmadı" diye düşünüp üzülüyorum :) Neyse açıklamamı yaptığıma göre ben kaçayım, ha yorumlarınızı ve eleştirilerinizi de bekliyorum kendimi fazlasıyla geliştirmem lazım! :)

Zoraki Aşk *Raflarda!*Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin