Simon bir kızı tavlamanın bu kadar zor olacağını nerden bilebilirdi? O geleceğin düküydü, mal varlığı inanılmaz ölçüdeydi, görünüşünde aleni bir kusur olduğunu sanmıyordu, ha ruhu hakkında hiçbir şey söyleyemezdi zira en karanlık geceden bile karanlık olduğundan emindi. Ama masum bir kız bunu göremezdi ve diğer özellikleri ayağına kapanmasını sağlamalıydı! Ama o lanet kız daha sadece kendisine ismiyle hitap etme izni vermişti.
Yeni ve gelişmiş bir plana ihtiyacı vardı. Hele ki Michael işin içine girmişken. İstese de istemese de kızla evlenmek zorundaydı. Dışarı çıkıp bir şeyler içmenin kendisine iyi geleceğini düşünerek evden ayrıldı. Arkadaşlarının şuanda bulunduğu yerin White's olduğundan ve Michael'ın da onlarla olduğundan emindi. Ne de olsa üniversiteden beri ayrılmamış bir arkadaş grupları vardı. Ve ne yazık ki Michael da buna dahildi.
İçerisi aşırı lüks döşenmiş, içinde oturma hakkı kazanan adamları yansıtırcasına üst tabaka görünümündeydi. Ağırlıklı olarak kullanılan altın rengi ve bordo göz alıyor, maun ve sağlam cevizden yapılmış içki dolapları, masalar sessizce gelenleri erkeksi bir huzurun içine çekiyordu. Simon içeri girince kapıdaki uşak onu,
"Hoşgeldiniz ekselansları, saygıdeğer Clayborden Markisi, Wellinghall Dükü ve Staningtown Dükü üçüncü odadalar efendim." diyerek karşıladı. Hemen söylenen odaya doğru ilerledi. Arkadaşlarının sesleri dışarıya kadar taşıyordu. Neye bu kadar güldüklerini merak ederek kapıyı çalma ihtiyacı duymadan odaya daldı. Arkadaşları ani şaşkınlıklarını üstlerinden atıp onun geldiğini görünce suratlarına rahat bir sırıtış yayıldı. Bu sırıtışı tanıyordu ve ortada bir şeyler döndüğüne kalıbını basardı. Hepsine gözlerini kısıp baktı ama ona anlatmayacakları belliydi.
"Eee? Ne karıştırdığınızı anlatmayacak mısınız?" dedi sonunda dayanamayarak.
"Önemli bir şey değil. Michael önceki gece fransız bir bayanı nasıl beş dakikada yatağına atıp benimle girdiği iddiayı kazandığını ballandırarak anlatıyordu." dedi Anthony.
Anthony , beşinci Wellinghall düküydü. Kendisi farkında olmasa da alaycı ve uçarı hareketleri kızıl kahve saçları ve buz mavisi gözleriyle birleşince en duygusuz bayanların bile nefesini kesiyordu. Ona göre hayat sadece eğlence için kurulmuş bir hediyeydi. Peşinde bir o yana bir bu yana gezen kadın sürüsüyle nam salmıştı öyle ki, Simon onu bir toplantıda bulmak isterse kadınların köpek yavruları gibi toplaştıkları yere bakardı. Tabii kendi arkadasındaki topluluğu göremediğinden bu kolay oluyordu. Sonra Simon'ın gözleri diğer arkadaşına döndü.
Staningtown dükü aralarında en ciddi görünenleriydi. Siyah saçları ve gri gözleri İskoç atalarıyla kan bağını kanıtlar nitelikteydi. İnsanları korkutacak kadar uzun boyu ve kaslı bedeni sürekli çalıştığını ele veriyordu. Gruplarının en güvenilir ve sır tutan üyesiydi Simon'a göre.
Sonra Michael'ın dediğini idrak etti.Büyük bir sinirle,
"Seni aşağılık domuz! Hem saf ve temiz bir leydiyi ele geçirmeye çalışıyorsun hem de fahişelerle düşüp kalkıyorsun ha? Bir de gelmiş bana gurur hakkında ders vermeye çalışıyorsun!"
"Sakin ol dostum. Teknik olarak daha leydiyi ele geçirmedim ki. O yüzden şuan istediğimle yatabilirim. Yoksa sen kadın perhizine mi girdin?" dedi Michael soğukkanlılıkla.
"Tabii ki hayır. Henüz fırsat bulamadım o kadar." Ama içten içe kendisi de aramak bile istemediğini kabul ediyordu.
" Yoksa Koca buzdan adamımız kendini ısıtacak ateşi mi buldu?" diye araya girdi Anthony .
Simon ona da ters ters bakarak gidip kendine bir kadeh içki doldurdu.
"Hayır babamın verdiği lanet olasıca ültimaton yüzünden." diye iç geçirdi.
Arkası dönük olduğu için arkadaşlarının arasında geçen muzip bakışmayı göremedi. Yerine geçtiğinde Michael'dan yeterince uzağa oturduğuna emin oldu. Sonra bütün gece kadınlardan uzak ve erkek konuları konuştukları için içi biraz daha hafifledi.
Ama o hafiflik eve dönüp yatağına uzanınca kaybolarak yerini içini kemiren bir istek ve gerginliğe bıraktı. Ne olursa olsun o çalkantılı gri gözlere sahip olacaktı.
Ertesi sabah Sophia neşeyle uyandı. Mutfağa inip kendine bir sepet hazırlamalarını istedi ve hemen kendini evlerinin devasa bahçesine attı.
Bahçeye dahil olan küçük bir orman çokluğunda olan ağaçların yanına gitti ve kendini huzura bıraktı. Etrafın ne kadar huzurlu olduğunu düşünürken kısık sesli bir miyavlama duydu ve kalçasına sürten bir şey hissetti. Döndüğünde hayatında gördüğü en sevimli şeyle karşılaştı. Yavru bir kedi! Normalde kedilerin nankör olduklarını düşünmesine rağmen bu küçük yaratığın sevimliliğine hayran kalmıştı. Bembeyaz tüyleri, minik pembe burnu ve anlamlı bakan masmavi gözleriyle bu kediye resmen aşık olmuştu. Hemen yiyeceklerinden ona da verdi ve kedi sanki onu sevmiş gibi hemen minik patileriyle kucağına oturdu. Küçük kibirli şey! diye düşündü neşeyle. Kalkıp eve doğru yürürken kedinin de peşinden geldiğini fark etti ne kadar kovsa da gitmiyordu. Böylece onu almaya karar verdi adını da tüylerinin beyazlığından dolayı Snow koydu. Artık bu minik şey en iyi arkadaşıydı.
Biliyorum çok yavaş yazıyorum ama yazım tarzımın beğenilip beğenilmediğinden emin değilim. Lütfen ne düşündüğünüzü sadece vote'layarak yada yorum yaparak belirtin ki ben de devam etmek için bundan güç alayım. Teşekkürleeer! :)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zoraki Aşk *Raflarda!*
Historical Fictionİnatçı ve alaycı bir leydi aynı derecede inatçı ve alaycı bir lordla uğraşmak zorunda kalırsa ne olur? Henningworth dükü kendisinden pek de hoşlanmayan Sophia Brighthall'un peşine düşer. Dük'ün Sophia'yla ilgili farklı planları vardır. Ama kader...