Simon niyetinin ciddi olduğunu belirtmek için Kont Graily'nin evine gitmeye karar verdi. Böylece az da olsa Sophia'yla vakit geçirebilecek, kızı etkileyebilecekti. Merdivenlerden inerken mutfaktan gelen kokuyla duraksadı. Tarçınlı kurabiye kokuyordu. Anılarından bir sahne gözünün önüne geldi.
Küçük Sophia yine bir şeyler karıştırıyordu. Bunu gözlerindeki hesapçı ve kısık bakışlardan anlamıştı. Böylece peşine düştü. Kızın mutfak kapısından içeri süzülerek aşçının dikkatini dağıtıp tarçınlı kurabiyeleri çalışını izledi. Yüzü o kadar minik ve masumdu ki aşçı hiç şüphelenmedi. Sonra kız koşarak mutfaktan çıkacağı sırada onu elbisesinden yakaladı. Minik gözlerindeki korku ve öfkeyi gördüğünde ne kadar keyif aldığını hatırlıyordu. Kızı tehdit ederek kurabiyelerinin yarısını almıştı ve kızı gözleri dolu dolu yerinde bırakıp gitmişti.
Şimdi aklına ona bu kurabiyelerden götürmek ve hala sevip sevmediğini öğrenmek gelmişti. Hemen kurabiyeleri hazırlatıp çıktı. Graily malikanesine geldiğinde avuçlarının saçma bir şekilde terlediğini fark etti. Lanet olası sıcak yüzünden. diye söylenerek kapıya vardı. Uşağa isim kartını verdi ve beklemeye başladı.
O sırada içerde Snow'la oynayan Sophia, Simon'ın geldiği haberiyle yerinden zıpladı. Heyecanlanmaması gerekiyordu. Gelen sadece yeşil şeytandı. Yine de adam içeri girdiğinde heyecanlanmasını engelleyemedi. Sanki gözlerine uydurmak için özellikle seçilmiş ince koyu yeşil kadife ceket, deve tüyü rengi dar binici pantolonu ve kaliteli oldukları her yerlerinden belli olan siyah parlak çizmeleriyle tam bir mükemmellik örneğiydi. Neden sonra adamın yüzündeki kışkırtıcı gülümseme bozuldu ve yerini yamulmuş bir ağız aldı. Sonra yeşil şeytan bütün karizmasına ters bir şekilde ard arda hapşırmaya başlamıştı. Her hapşırıkta koyu renk saçları gözlerine düşüyor, kafasını kaldırmasıyla geri uçuyordu. Bütün malikane onun hapşırık sesiyle inliyordu. Sophia kendini tutamadan zavallı adamın bu haline gülmeye başladı.
Simon içeriye büyük bir özgüvenle girdi. Bugün bu kızı etkileyecekti. Tam bunu düşürken burnuna lanet olası bir koku geldi ve o daha ne olduğunu anlayamadan sarsılarak hapşırık krizine girdi. Onun tek bir hayvana karşı alerjisi vardı. Lanet olası kediler! diye sövdü içinden. Sesli tek bir kelime söyleyemiyordu zira hapşırıkları izin vermiyordu.
Sonra göz ucuyla o lanet olası minik hayvanı gördü. Sinsi mavi gözleriyle sanki ona gülüyordu. Zar zor
"Keediii... (bir hapşırık)... aler.. Jii (bir hapşırık daha) başka odaaaa (ve bir büyük burun çekişle konuşmanın sonu)." diye geveledi.
Kız hemen onu alıp başka odaya götürdü. Bir yandan da kahkaha atıyordu kahrolası cadı. On dakika sonra kriz geçmiş, sulanmış gözlerini silmeye çalışıyordu. Kapalı bir ortamda bir kediyle kaldığında işte bu şekilde krize giriyordu.
Zavallı Simon sulanmış gözlerle kendisine bakmaya çalışıyordu. Bu kadar kudretli bir adamın minicik bir kedi yüzünden bu duruma düşmesi Sophia'yı oldukça eğlendiriyordu. Adamın gözleri gözyaşlarıyla cilalanmış bir şekilde netleşirken zümrüt gibi olağan dışı bir şekilde parlamaları Sophia'nın başını döndürmüştü.
"Sizi oldukça eğlendirdim sanırım?" dedi Simon yüzüne küskün bir şekil vermeye çalışarak.
"Siz zaten beni ağlatmadığınız ve sinirlendirmediğiniz zamanlarda eğlendiriyorsunuz ekselansları." dedi Sophia sırıtarak.
"Birbirimize ilk adlarımızla hitap edeceğimizi sanıyordum sevgili Sophia?"
"Ah bir an için aklımdan çıkmış. Öyleyse, Siz zaten beni ağlatmadığınız ve sinirlendirmediğiniz zamanlarda eğlendiriyorsunuz Simon."
Kendi adının o minik kırmızı dudaklara şekil vermesi Simon'ın içini titretmişti. İçinden ona adını bir dua gibi devamlı söyletme isteği geldi. Çok yakında geceler boyu söyeteceğim zaten. Düşünce aklından geçtiği gibi onu unutmaya karar verdi. Kızı taşraya gönderecekti o kadar.
"Bu söylediğiniz zamanların çok fazla olduğunu düşünmüyorum çünkü sizi fazlasıyla sinirlendirdiğimi ve ağlattığımı biliyorum." dedi Simon sırıtarak.
"Ah bir de sayısını mı tutuyordunuz? Siz tam anlamıyla bir canavarsınız." dedi Sophia kıkırdayarak.
Bu kıkırdama Simon'a hissetmesi gerekenden çok daha fazla şey hissettirmişti. Bir kediyle kapalı bir alanda kaldığında hapşırık krizine giriyordu. Bu kızla kapalı bir alanda kaldığında ise içinde çok ama çok faklı istekler oluşuyordu. En iyisi kapalı alanlarda çok fazla kalmamaktı. Vaziyete bakılırsa hiç yararlı olmuyorlardı. Sonra Simon'ın aklına getirdiği kurabiyeler geldi. O hengamede yanına attığı paketi çıkardı ve ona uzattı. Kız şaşkın bakışlarla pakete uzandı ama bakışlarından bunu onaylamadığı belli oluyordu.
Bu densiz yeşil şeytan ne yapmaya çalışıyordu? Bir genç kıza çiçek haricinde başka hediye getirmemesi gerektiğini bilmiyor muydu? Yoksa onun için kötü emelleri mi vardı? Mücevher mi getirmişti? Ama hayır paket çok sadeydi. Bir kıyafet olmalıydı. Onu ikna etmek istediği şey neyse hediyesi değerli olmalıydı. Sonra silkelendi ve pakete uzandı. Açtığında tahminlerinin hepsinin yanlış olduğunu gördü. Ona kurabiye mi getirmişti? Sonra burnuna tarçın kokusu doldu. Acaba en sevdiği kurabiyenin bu olduğunu bilerek mi getirmişti? Bu beklediğinden çok daha masum bir hareketti ve masumiyet, karşısında kaplan gibi kendini izleyen adamın yanından bile geçmezdi.
Simon sırayla kızın yüzünden geçen duyguları izledi, şüphe, sinir, şaşkınlık, inanamazlık, sonra yine şaşkınlık.
"O kurabiyeleri hala çalacak kadar çok seviyor musun ?" diye sordu keyifle.
"Peki sen hala tehditle yarısını alacak kadar zorba mısın ?
" Evet." dedi ikisi de aynı anda. Ve sonra kahkahalarını tutamadılar.
"Bu sefer beni tehdit edecek bir şeyin yok. Ne de olsa bunları kendi isteğinle getirdin."
"Belki de senin başka çok gizli bir sırrını daha biliyorum." dedi Simon sinsice mırıldanarak. O anda kızın yüzünden geçen korkuyu gördü. Kendisi şaka yapıyordu ama anlaşılan bu kızın gerçekten de ilginç bir sırrı vardı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zoraki Aşk *Raflarda!*
Ficción históricaİnatçı ve alaycı bir leydi aynı derecede inatçı ve alaycı bir lordla uğraşmak zorunda kalırsa ne olur? Henningworth dükü kendisinden pek de hoşlanmayan Sophia Brighthall'un peşine düşer. Dük'ün Sophia'yla ilgili farklı planları vardır. Ama kader...