"Sophia! Lütfen daha düzgün şeyler giy üzerine. Bir pikniğe böyle gidemezsin!"
" Rahatça hareket etmek için çıkılan bir piknikte neden içime tela giymek zorundayım ki? Bununla oturamıyorum bile!" Basit bir pikniğe giderken neden süslenmek zorundaydı? O sadece eğlenmek ve rahatlamak için gidiyordu. İçindeki tela denen demir çubuklarla bu pek mümkün değildi.
" Sessiz ol ve şık giyin."
"Ama anne ..." Annesi dönüp gitmişti bile. Lanet! Kaderine razı olup hizmetçisini çağırdı ve günlük hafif elbisesini çıkarıp ağır elbiseyi giydi. Sophia için her şey hafif ve iç açıcı olmalıydı bu odasından bile belliydi. Kocaman rahat yatağı, açık mavi örtüleri, pudra rengi perdeleri ve sevgili arkadaşı William'ın gezdiği ülkelerden getirdiği ilginç objelerle odası tam bir şenlik yeriydi. Odasına girince kendini iyi hissediyordu. Hatta kendine özel kütüphanesi bile vardı. O odasının en sevdiği kısmıydı. Hergün kütüphanesinden kitabını alır camın önündeki mavi berjer koltuğuna geçer ve kendini başka dünyalarda bulurdu. Evet evet odası onun için çok önemliydi. Ama şimdi bu rahatlıktan çıkıp piknikte kendini kibar olmaya zorlamalıydı. Aşağıya indiğinde tabii ki annesi henüz hazır değildi.
" Tanrıya şükür ki annene çekmemişsin" Diye seslendi merdivenden babası. Sophia babasına daha çok benziyordu sosyetenin getirdiği yüklerden nefret ederdi. Babasına sıcak bir şekilde gülümsedi.
" Daha fazlasını kalbin kaldırmazdı babacığım."dedi. Babası gülerken bir yandan da onayladı.
" Kesinlikle kızım, kesinlikle." Sonunda annesi de gelmişti.
" Ah işte tam bir leydi olmuşsun!" Sanki çok umrundaymış gibi. Kendini zorlayarak gülümsedi. Pratiğe başlamalıydı ne de olsa bugün bol bol zorla gülümsemek zorunda kalacaktı.
Piknik yapacakları yere vardıklarında Sophia gününün düşündüğünden bile daha kötü olacağına emin oldu. Çok fazla insan vardı, çok fazla değer biçen ve yargılayan göz! Küçüklüğünden beri ona öğretilmiş maskeleme yöntemini hatırlayıp hemen gülümsemeye, boş kafalı bir leydi gibi görünmeye başladı. Gerçi bu yönteme etrafındaki çoğu kişinin ihtiyacı yoktu zira maskeleyecek beyinleri olduğunu bile düşünmüyordu Sophia. Kendi kendine güldü ve hemen yanından gelen derin sesle irkildi,
" Böyle güzel gülümsemenize yol açan kişinin ben olmasını dilerdim!"
"Bir kişiye değil bir olaya gülüyorum efendim ve sizin insanları gülümsetme gibi bir çabanız olduğunu bilmiyordum?" döndü ve Yeşil Şeytan'ı karşısında buldu.
"Zaten yok leydim, bu sadece size özel."
Simon bir an kızın gözlerinin yuvalarından çıkacağını düşündü, öyle çok açılmışlardı ki olsaydı hiç şaşırmazdı. Bunu iyi bir şey olarak kabul etmeye karar verdi. En cezbedici gülümsemesini yüzüne takarak cevabı beklemeye başladı.
"Beni ağlatarak geçirdiğiniz yılları telafi etmeye mi uğraşıyorsunuz ekselansları?"
Simon yüzündeki gülümsemeyi devam ettirmek için tüm gücüyle çabaladı. Lanet kız hala o yılları unutmamıştı her fırsatta dile getiriyordu. Tam o sırada Sophia'nın annesi onları fark etti ve yürüyebileceği en hızlı şekilde yanlarına geldi. Kadının gözlerindeki ışıltıdan yeni avı olarak kendisini hedeflediğini anlamıştı.
" İyi günler Leydi Graily. Her zamanki gibi çok zarif görünüyorsunuz." Annesini kazanmak Simon için Sophia'ya bir adım daha yaklaşmak demekti.
" Ah ekselansları ne kadar da kibarsınız! Sizi burda görmek beni çok şaşırttı açıkçası. Malum sosyeteye pek dahil olmuyorsunuz son yıllarda.
" Gelmem için çok geçerli bir sebep vardı." diye cevap verdi Simon. O sebebin Sophia olduğuna şüphe bırakmayacak şekilde kızın gözlerine bakarak söylemişti bunları. Kızdan ziyade annesinin bayılacağını sandı. Kadının yüzü sevinçten kızarmıştı. Ama Sophia ona kısık ve hesapçı gözlerle bakıyordu. Bu kız gerçekten zekiydi. Bir şeylerin farkına varmıştı belli ki.
Yeşil Şeytan acaba yine ne düşünüyor benim hakkımda diye geçirdi içinden Sophia. Zira adamın yıllar sonra birden karşısına çıkıp aynı hızla aşık olma ihtimali yoktu. Kesinlikle bir kazancı var diye düşündü.
" Ah bu arada yemekten önce kızınızı birkaç hısmıma tanıştırabilir miyim?" Sophia annesinin o anda dükün boynuna atlayacağını düşündü.
" Elbette, elbette! Ah ben de Kontes Hydebird'e bir selam vereyim." Reveransını yaptı ve kaçar gibi uzaklaştı. Sophia onun şuanda düğününde hangi renk çiçek kullanması gerektiğini planladığını biliyordu. Dükle birlikte yürümeye başladılar karşıda bir ağaca yaslanmış uzun boylu adama doğru gidiyorlardı.
"İzin verin de sizi eski dostum Clayborden Markisiyle tanıştırayım." Sophia baktığında karşısında tam anlamıyla esmer güzeli bir adam gördü. Uzun boyu, siyaha yakın dalgalı ve modanın izin verdiğinden biraz daha uzun parıltılı saçları, etrafa muzip bir ışıltıyla bakan büyük çikolata kahvesi gözleri, sanki her an gülecekmiş gibi gevşek duran ağzıyla adam gerçekten etkileyiciydi.
" Leydim Clayborden Markisi, lordum Leydi Brighthall. "
"Memnun oldum efendim." dedi Sophia. O sırada adamın sırıtarak,
" Ah çok memnun oldum leydim ama affınıza sığınarak ve görgü kurallarını biraz ihlal ederek bana sadece Michael demenizi rica ediyorum. Bu tür resmiyetler beni çok sıkar da." diyerek eğildi ve bir selam verdi. Sophia adamın gerçekten samimi mi yoksa patavatsızın biri mi olduğunu anlayamamıştı. Sonra adamın gözlerine baktı ve samimiyet, espri saçan ışığı gördü. Bu adamla iyi anlaşacaklardı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zoraki Aşk *Raflarda!*
Historical Fictionİnatçı ve alaycı bir leydi aynı derecede inatçı ve alaycı bir lordla uğraşmak zorunda kalırsa ne olur? Henningworth dükü kendisinden pek de hoşlanmayan Sophia Brighthall'un peşine düşer. Dük'ün Sophia'yla ilgili farklı planları vardır. Ama kader...