.
Bugünü de Emre için feda etmiştim. Takvimden silinen ilk beş ay ömrümden giden elli yıla tekabüldü.
Hergün kaybolduğum sokaklara, Emre ünlendiyse buralardadır dediğim ve alınmaya tenezzül bile edilmediğim farklı yerlere gidiyordum. Hergün milyon tane insanın yüzüne bakıyordum fakat Emre'nin benzerini bile bulamıyordum. Ne kadar yorulmuştum ne kadar ağlamıştım artık hesaplayamıyordum.
Yorgunluğum her geçen gün umutlarımın sönmesine sebep oluyordu. Beni yoran şey yürüdüğüm kilometrelerce yol değildi. Sırtımı iki büklüm eden ve kalbime katran gibi Karalar süren; Emre'nin ölümünü kabullenen ve bana deli gözüyle bakan herkesti. Emre'nin annesi bile böyle alçakça birşeye inanırken benim Emre için attığım adımlarımın doğru gitmesi zaten imkansızdı. Yalnızlıkla yeniden tanışmıştım. Kimsesizlikle yeniden burun buruna gelmiştim. Kimseye duyuramadığım çığlıklarım artık benim içinde kısılmaya başlamıştı. Sanki kafamda içi su dolu bir fanus vardı. Fanusun suyu Emre'nin içine düştüğü denizin taşkınlığıyla dolmuştu. Ne tuzluydu kalbimi bile yakıyordu.Eskiden düşünmeye korktuğum şeylerin oluşunu şimdi bağdaş kurmuş bir elim çenemde gözlerim kırpılmaksızın çaresizce izliyordum.
Hiçliğe çekiliyordum hiç olan bir adamın heran aklıma gelmesiyle. Belki İstanbul'un en nezih yerinde ve belkide eski bir sokağında... Gözlerimi büyük bir sıkıntıyla sıkı sıkıya kapattığımda ve kafamı kendime doğru çektiğim dizlerime yasladığımda sadece nefes almaya çalıştım.Yalnızlığa teslim oluşumun beşinci ayı ve içine düştüğüm çaresizliği atlatmak için iki büklüm oluşumunda onuncu dakikasıydı.
Düşüncelerimi kenara bıraktım ve akan göz yaşlarımı sildim.
Emre'yi bulamadığım hergünün bitiş noktasındaydım. İstanbul'un köşeye çekilmiş yıkık dökük bir köşkünde ağaçların arasında. Burası benim resme döküldüğüm halimdi. Dünyaya bir ev olarak gelseydim ancak eski yıkık dökük bir ev olurdum. Yine yalnız olurdum.Neredeyse her akşam geldiğim ve ormanlık diyebileceğim bu alan artık benim için ağaçlardan ibaret değildi. Burası benim kendimden kaçış noktamdı. Tüm İstanbul'u talan edip hırsımı burada çıkartıyordum. Bağırıyordum, çağırıyordum, yıkıyordum döküyordum ve evime dönüyordum. Beş aydır tek dayanak noktam burasıydı. Kendimi ancak böyle durdurabiliyordum.
Artık İstanbul'da olabilme ihtimalide düşüyordu benim için. Onu burada da bulamazsam gidecek başka bir kapım kalmıyordu. Son kapımıda çalmıştım İstanbul'a gelerek.
İçimden bir ses onu burada bulacağımı söylese de, İstanbul benimle oyun oynarcasına saklıyordu sevgilimi.Bana onun burada olduğunu düşündüren tek şey Emre'nin İstanbul'u çok sevmesiydi. Hep burada hayal etmişti kendini. Büyük işler başarmak istiyordu. İstanbul'un ona diz çökmesini istiyordu.
Yirmi altı yıl bu hayallerle yaşamıştı. Ve hayalleri artık son bulmuştu.Ansızın dünyaları arkasında bırakarak gitmişti evden. Bir daha gelebilir miyim diye düşünmemişti, en önemlisi de Yazgıyı düşünmemişti. Hergün gidişinin acısında kavrulan sevgilisine acımamıştı.
Ortadan kayboluşunun haftalar sonrasında ulaştığım kamera kayıtları yabancı plakalı bir arabaya bindiğini gösteriyordu. Simsiyah lüks ve tam da hayal ettiği gibi bir arabaya binmişti. Ve aylar sonra şehrin en sığ yerindeki uçurumdan yuvarlanmış denizin dibine batmış bir biçimde bulunmuştu o araba. Dünyalarım başıma yıkılmıştı. Ayaklarım ilk defa o zaman basmaya başlamıştı yere. İlk defa o zaman durmak bilmeden koşmuştum. Arada dünya insan olduğumu hatırlatmak için nefesimi kesmiş ve düşürmüştü bir ağacın dibine bedenimi fakat yeniden kalkmıştım ayağa.
Araba uçurumdan iki büklüm bir şekilde çıkarıldığında benim belimde iki büklüm olmuştu. İzmit'in denizi bu kadar kuvvetli miydi ki?..
Arabanın içerisinde Emre yoktu. Emre'ye ait bir damla kan tanesi bile düşmemişti yere. Denizin hangi dalgasına yenik düşmüştü. Hangi karaya vurmuştu bilmek mümkün değildi. Değildi çünkü Emre ölemezdi. O gitmişti. Kurtulmuştu yada hiç düşmemişti. Herkes öldüğünü söylüyordu fakat ölmüş olamazdı. Zira ölmüş olsaydı ben yaşamazdım. Birşeyler vardı, kaybolmasının altında yatan büyük sebepler vardı ve bulacaktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dilhûn
Teen FictionAvuçlarım yalvarırcasına bakıyor gökyüzüne. Gökyüzü gürlüyor. Yanaklarım kıvrılıyor içim soğuyacak diye. Rüzgar çıkıyor. Yağmur yağıyor sanıyorum ve ellerimi biraz daha açıyorum. Elime düşen sıcaklıkla irkiliyorum. Çekinmiyorum ellerimi geri çe...