.
Ne kadar acıydı.
Bugün Halime hanım öldüğünü düşündüğü oğlunu toprağa vermişti. Bir anne olarak kalbini de gömmüştü aynı zamanda. Bambaşka bir adamın tabutunu eskiden Emre'yi gezdirdiği omuzlarında taşımıştı. Bambaşka bir adamın arkasından rahat uyuması için dualar etmişti. Üzerine çiçekler bırakmıştı belkide Emre'nin en sevdiğinden. Sonra o çiçekleri teker teker dikmişti Emre üşümesin diye. Arada baş ucuna oturmuş ağlayarak öpmüştü toprağı. Ondan önce ölmeyeceğine söz veren Emre'ye kızmıştı. İlk defa belkide bana hak vermişti. Oğlunun mezarıyla karşı karşıya kaldığında asıl ölümün kime geldiğini anlamıştı. Ruhunun eskisi gibi yeşeremediğini gözlemlemişti gözleri toprağa her değdiğinde. Biryandan da beni düşünmüştü. Yine düşmüştüm aklına.
Emeklerimin boşa gittiği aklına geldikçe yanında olamayan bedenime sarılası gelmişti.
Beni her hatırladığında yeniden gözleri yaşatmıştı. Emre'nin mezarında biraz daha vakit geçirebilmek için beni aramıştı. Nasıl yaşanılır diye sormuştu.'Nasıl yaşanılır kızım bu acıyla' demişti gözünden yaşlar tane tane yere düşerken.
'Yaşanılır, yaşayacaksınız.' demiştim bende titreyen sesimle. Birkez daha düşmüştü göz yaşları toprağa.
Sonra yanında olmadığım için kızmıştı. 'Emreyi neden yalnız bıraktın kızım.' Demişti fakat Emre yaşıyor diyememiştim. Sağlıklı olmam gereken bir günde delilik yapacak cesareti bulamamıştım. 'Biliyorsunuz ya Halime hanım ben dayanamam kendimi bir daha toparlayamam.' Demiş ve artık önüme bakacağımı, yesyeni bir hayat kuracağımı söylemiştim.
Oysa ne yalan konuşmuştum. Göz kapaklarım Emre için açılıp kapanırken, söylediğim sözlere inanmıştı. Gerçekten yeni bir hayat kurabileceğime inanmak istemişti. Emre öldüğünde benimde öleceğimi bildiği halde, ona bunu binlerce kez söylediğim halde neden yalan söylüyorsun dememişti. Aksine Aferin kızım demişti. Ölmeyi hala başaramadığım için mi demişti yoksa kafasını ütülemediğim için mi bilemiyordum. Sorgulamayı çoktan bırakmıştım ben. Kimseden habersiz arayacaktım artık Emre'yi. Elimde birsürü kanıt varken oturup yas tutamazdım. Emre'nin gitmeden önce yazdığı mektubu yoluma ışık tutarken kör taklidi yapamazdım.
Arabada Cenkle yaptığımız anlaşmaya bağlı olarak kulağım heran telefondaydı. Mekanda büyük bir basın yada eğlence olursa beni arayacaktı ve bende gidecektim. Emre bana bir telefon kadar uzaktaydı. Az kalmıştı. Çok az.
.
Başımı sıkıntıyla oturduğum koltuğun arkasına yasladığımda tepemde duran antika saate kaydı gözlerim. Bir müddet sayıları seçebilmek için uğraşmıştım ve nihayetinde görmüştüm. Saat iki buçuktu. Zaman kavramı beş ay önce benim için yok olmuş olmalıydı ki saatlerin bu kadar yavaş geçtiğini yeni idrak etmiştim. Saate bakma gereği bile duymazdım ki normalde. Bugün çok sıkılmıştım ve gözlerim ancak değmişti akreple yelkovana.
Yapacak hiçbir şey kalmamıştı. Sessizliğin iç sızlattığı duvarlarıma çevirdim gözlerimi. Ardından kafamı koltuktan kaldırdığımda küçükte olsa bir tıkırtı duyabilmek için dinlemeye başladım etrafı. Halıdan, masadan, sandalyeden başka hiçbirşeyim yoktu.
Yalnız olduğumu bir kez daha anlatmıştı evimin sade gri duvarları. Kimsem yoktu işte. Dört duvar arasında canlılık gösteren tek şey nefes alıp veren bedenimdi. Onu da kaybederim diye çok korkuyordum. Her ne kadar Halime Hanıma telefon açtığımda içimden birşeyler eksilsede yaşama sevincimi kaybetmemek için dişlerimi sıkıyordum. Her defasında oğlunun öldüğünü yüzüme vurmaktan çekinmezken benim eriyen bedenimi görmüyor muydu?
O benim sesimin tonundan anlardı neler hissettiğimi. Öldürmeye çalışıyordu işte beni. Belkide oğlunu düşündüğünden yapıyordu bunu. Emre'yi yalnız bırakmamamı istiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dilhûn
Novela JuvenilAvuçlarım yalvarırcasına bakıyor gökyüzüne. Gökyüzü gürlüyor. Yanaklarım kıvrılıyor içim soğuyacak diye. Rüzgar çıkıyor. Yağmur yağıyor sanıyorum ve ellerimi biraz daha açıyorum. Elime düşen sıcaklıkla irkiliyorum. Çekinmiyorum ellerimi geri çe...