özlediğim ne varsa,
yüzü yakılmış bir fotoğraf gibi
istenmiyorum artık.
hayatın ince ruhunu kavrayan ellerim,
siliniyor bütün anılardan.
beni bu kabusa hapseden organ,
kemiriyor hiç durmadan etimi.
uzun yolculukların yol kenarında pusuya düşürülüyorum,
kendim tarafından beynime bin kurşun.
ölümü düşünüp, nasıl geleceğini bilmemek,
camı açık gördükçe atla diyor içimdeki böcek,
değirmen taşları arasına düşüyorum atlarsam,
un ufak olacak kadar parçalansam neyse, hep keşke
keşke ölsem artık diyorum.susuz kaldığım gece yarıları,
sessiz bir kaldırımı izleyişim,
çiçekli bir yatağın küflü yastığı,
boğazın orta yerinde kilitlenmiş trafik görüntüsü.
kırmızı, hep kırmızı
benim beyaz çarşafımda izim, hep kara
hep karanlık.çünkü bendimi iğneleyen rüzgar, neydi adı
neydi adı bir başıma kaldığım geceyarılarının ikinci adı?
üşümek mi?
düşlemek mi?
ölümü düşlemek mi?kimi ne için incittiğini bilmeden,
kim için incitecek kadar değerli bir bend isen
ez kalbini bir taşın altında,
hala işitmediysen kahır dolu kahkahaları
sen en sağır insan,
görmüyorsun gülüşlerin sakladığı karlı fırtınaları.kasırga ve çiçek
tenin denizle buluştuğunda ayaklarını yerden kesen korku.
dibe çekilişin, can havli.gördün mü!?
bir balık çok mutlu geziniyordu ayaklarının altında,
sen dibe çöküyordun.
gördün mü hayat bu kadar acımasızmış.
sen boğuluyordun sevgili milinski,
bir balık geceden yol tutmuş gidiyordu.ağlamak ne kadar zor.
dört yanında hain,
dört yanında gizli mayınlar.