On Sekiz/восемнадцать

501 42 4
                                    


"Sen aptal mısın?" 

Stasya'nın dur-durak bilmeyen isyanları havada uçuşuyordu. Genç kadın, Pavel'den duyduklarından sonra kendini eve kadar zor olsa da dizginlemiş, eve girdikleri an da içindeki ejderhayı salmıştı. 

Onun bu kadar sinirlenmesini garip bulanlar olabilirdi. Fakat o arkadaşındaki o yavaş ilerleyen değişimi ve mutluluğu görmüştü. Birlikte güzellerdi işte. Pavel'in düşüncelerini tersine çevirecek bir ilişkileri olacağından o kadar emindi ki... Haberi alınca (ki olası bir ayrılık haberinin gelme ihtimalinin yüksek olduğunun bilincinde olduğu halde) şaşkınlıktan ne diyeceğini bilememişti. Nasıl her şey telefonda bitebilirdi ki? İki mesajla ayrılmak ona epey garip geliyordu. Peki ya Pavel piçi nasıl o kadar iyi bir çocuğu bırakabilmişti? Nasıl bir aptal Tolga gibi birini bırakırdı?

Onun o minik götüyle şu koltuklarda oturduğu dün gibi aklındaydı. Of, of... Kaçan balık çok büyüktü, çok...

"Ver telefonunu okuyacağım mesajları."

Bir eli belinde diğeri ise öne doğru uzanmıştı. Sol ayağı ateş püskürtmek isteyen ejderhanın alevini söndürmek için yere vurup duruyordu. Lakin Pavel'in sakin bir tavırla odasına ilerlediğini görmesiyle o sol ayak yavaş bir şekilde durdu. Genç kadının bedeni, avını kül etme isteğiyle alevlenmişti bile. 

O alevlerin gazıyla hızla ilerleyip kendinden uzun adamın omzunu tuttu ve kendine çevirdi. Ona söylemek istediği her şey tam o an da uçup gitti. Beyninde sinirle dolanıp duran asi nöronlar oldukları yerde durdular. Yeşil gözler donuk mavi gözlere takılıkaldı. 

Öyle umursamaz bakıyordu ki, Stasya ona ne kadar dil dökerse döksün bunun bir işe yaramayacağını anlamıştı. O umursamıyordu. Tıpkı önceki adamlarla ilişkisini bitirdiği zamanlardaki gibi bakıyordu; önemsemeyen, etkilenmemiş, kaybetmemiş bakışlarla bakıyordu gözleri. 

Stasya sustu. Fakat bu susuş onun olanları bir kenara atmasından değil, o bakışlara en son seviye sinir olması ve bu sinirin dilini damağını kurutmasındandı. Kelimeleri toparlayamıyordu. Ne diyeceğini bilemiyordu, öyle sinirliydi ki iki lafı bir araya getirecek kadar bile beynini kullanamıyordu. Sonunda biraz kontrolünü kazanınca söylemek istediklerini söylemeye karar verdi.

"Üzülmüyor musun?" Söyleyemedi hiçbirini. Sadece bunu sorabildi. Üzülmüyor muydu? Aylardır yanında olan, onu seven kişi artık olmayacaktı. Kendisinin değer verdiği, sürekli yanında görmek istediği kişi yoktu artık. Üzülmüyor muydu? Üzülmeliydi, üzülmesini umuyordu. 

"Neden üzülmeliyim?"

"Ne? Neden mi?" Derin bir nefes vererek sakinleşmeyi denedi. "Çünkü ona değer veriyordun, aslında ayrılmak istemiyordun, değil mi?"

"Bunu nereden çıkardın?" Onun monoton sesini bu kadar sinir bozucu bulduğu başka bir an var mıydı hatırlamıyordu. Sanki içindeki öfke ateşine son kalite taş kömürü atıp duruyordu göt meraklısı.

"Bak... kaçma tamam mı? Yeter. Onu sevdiğine eminim. Onu sevdin Pavel. Hep yanında olsun istemiyor muydun? Onun için araba yollatıp duruyordun... Ve sürekli evine gittin, arkadaşıyla bile tanıştın... Gün içinde sürekli mesajlaştınız ya da konuştunuz. Bunları onun dışında biriyle yaptın mı, hiç? Hayır. Gelen herifleri kendi evin dışında bir yerde sikmiyordun bile! Hangisiyle saatlerce mesajlaştın ve sabaha kadar sırf onunla konuştuğun için uyanık kaldın?!"

Koridorda başlayan konuşma Pavel'in yarısına gelmeden odasına yürümesiyle yatak odasına taşınmıştı. Stasya sert adımlarla onun arkasından ilerlerken yüksek sesiyle ona bir şeyleri fark ettirmeye çalışıyordu. 

Pavel (Gay)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin