Yirmi İki/Двадцать Два

458 42 9
                                    


"Günaydın."

Tolga bodrum katındaki stüdyoya girer girmez yüksek bir ses şakıdı. Omzundan yavaşça kaymaya başlayan çantasını çevik bir hareketle tuttuktan sonra gözleriyle içeriyi taradı. Kendisine ufak bir tebessümle bakan Pavel'i görmesiyle önce bir şaşırmış, neler döndüğünü anlayamadığından kaşları ağır çekimde çatılmıştı.

"Neden buradasın?"

Pavel sadece omuzlarını kaldırdı, şımarık bir çocuk gibi. Bu esmeri daha da sinirlendirirken Pavel'i germişti. Dışarıdan sakin görünüyordu ama içten içe o sözlerden bin kat ağırını duymaktan korkuyordu, ya da daha beter ne varsa ondan. 

"Geçiyordum, uğradım?"

Tolga derin bir nefesle kendini sakinleştirmeyi denedi. Bu herif nasıl karaktersiz ve gurursuz ise artık, onu istemediğini söylediği halde iş yerine kadar gelmişti. Burada rahatça konuşamayacağını biliyordu tabii... 

"Beni rahatsız etmek içinse işe yaradı, git artık."

"Tolga, oğlum ya!" Cüneyt hızla masadan kalkıp koşturarak esmeri kolunun altına aldı. "Pavel Bey seni görmek, özür dilemek için gelmiş, insan arkadaşını böyle tersler mi?" Tolga'yla Pavel'in arasına girip kaş göz işaretiyle üstü tamamen dolu masayı gösterdi. İşte o an burnuna geldi, o leziz kokular. "Abi adam şu aşağıdaki pastaneyi toplayıp getirmiş. Gözünü seveyim kavga falan etmeyin de vicdan azabı çekmeden yiyebileyim."

"Kavga mı?" Tolga'nın "ne anlattın piç?" Bakışlarını gören Pavel gülümseyerek aralarındaki adamı şöyle hafif bir hareketle yana itti. 

"Sen bana cevap vermeyince, ne yapacağımı bilemedim ve instagramda takip ettiğin kişilerden arkadaşını buldum. Durumu anlatınca yardım edebileceğini söyledi. Şimdi buradayım."

"Sağ olsun eli boş gelmemiş. Çok naziksiniz eyvallah." 

"Ne durumundan bahsettin?"

"Fotoğraf makineni kırmış ya oğlum." Cüneyt elini havada salladı. "Sen çoktan unutmuşsun olayı. O zaman ne diye adama çektiriyorsun ki? Yenisini de almış, daha ne yapsın kendisi mi üretsin?" Tolga'nın omzunu dostane bir sertlikte sıktı. "Hadi oğlum çocuk musunuz siz? Bu ne nazı, ne küslüğü? Biliyorum sen çok değer veriyordun kamerana ama nasip kısmet be oğlum. Kaza olmuş işte."

Tolga, söylemek isteyip de söyleyemediklerinden dolayı kupkuru olan boğazının acısıyla yutkundu. Gözleri, önündeki arsız adama takıldığında dilinden kopup gitmek üzere olan tüm kelimeler bir bir gözlerine tırmandı, bakışlarıyla ona saydırmaya başladı. Pavel onun öfkeli bakışları altında ezilsede güçlü durmaya çalıştı ve o da ona söylemek istediklerini bakışlarıyla iletmeyi denedi. 

"Tolga, dinledin mi beni? Bak hem ne demiş atalarımız? Ka- Bir dakika senin atasözleriyle aran nasıl?" Cüneyt'in keskin dönüşüyle Pavel o sahte cahil maskesini yerleştirdi yüzüne. 

"Atasözü?"

"Böyle afilli sözler, damlaya damlaya göl olur... Bir elin nesi var iki elin sesi var... Bunun gibiler işte."

"Üzgünüm bilmiyorum." Hepsini bilmiyordu tabii ki. Fakat günlük hayatta çok kullanılan, annesinin de dilinden düşürmediği sözleri öğrenmişti zamanla. Eh, annesinin konuştuğu dildi ve Pavel temel şeyleri öğrenmeye küçük yaşlarda başlamıştı. Birkaç tane atasözü bilmese ayıp olurdu. 

"Hah iyi iyi. Ne demişler Tolga? Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez." Genç adam Pavel görmesin diye yüzünü yana çevirip göz kırptı ve parmaklarını birbirine sürttü. Kendince ona karşısındaki selvi boylu herifin bir para makinesi olduğunu anlatmayı denedi işte.

Pavel (Gay)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin