-45-

240 23 183
                                    

-Geçmiş-

Şöminede yanan odunların çıtırdama sesleri ve dışarıdaki baykuş sesleri eşliğinde mum ışığında belgelere bakıyordu. Gördüğü en kanlı ve en acımasız savaşın üstünden iki yıl geçmişti. Hâlâ unutamamıştı. Unutması nasıl mümkün olabilirdi ki? Ölüme o kadar yakın olduğu bir savaştı sonuçta.

Şöminenin önünde oturarak kitabını okuyan yaşlı adam, sertçe kitabını kapatarak oğlunun kendisini fark etmesini sağladı. Nefes alıp verdi genç adam. Başını belgelerden kaldırıp sandalyeyi gıcırdatarak geri itti ve kalkıp babasına döndü. "Yine ne oldu baba?" diyen genç adam, sözlerini dikkatli seçmeye çalışsa da öfkesi ağır basarak içinden geçenleri söylüyordu. Elindeki kitabı sehpaya bırakan yaşlı adam, gülümseyerek "Kardeşlerinden haberin var mı?" diye sordu.

İçinden "Ya sabır!" diye geçirerek "İkizim Çin Cumhuriyeti'nin hakimiyetinde senin yüzünden. Kardeşlerim ise Sovyet'in hakimiyetinde." dedi sert bir ses tonuyla. Ayağa kalkan yaşlı adam, "O zaman daha kendimi koruyamıyordum nasıl Doğu Türkistan'ı koruyabilirdim ki?" diye sorarak oğlunun daha çok sinirlenmesine neden oldu. Elini yumruk yapan genç adam, ses tonunun ve sinirin hakimiyetini kaybederek "Sorun da bu ya! Hep bu bahaneyi kullanıyorsun! Kardeşlerim için hiçbir şey yapamıyorsun ama o kahrolası dünya savaşına girerek sömürü olmayı başarıyorsun!" diye bağırdı. "Türkiye ses tonuna dikkat et!" diye bağırarak Türkiye'nin gözlerinin içine baktı yaşlı adam.

"Hayır, bay Osmanlı! Siz bana emir verme yetkisine sahip olmayı ben saraydan kaçtığımda yitirdiniz!" diye bağırarak ceketini düzeltti Türkiye. Osmanlı'nın "Neden belinde silahla dolaşıyorsun? Beni öldürmeyi mi düşünüyorsun?" diye sormasıyla yutkundu Türkiye. Amacı babasını öldürmek değildi. Sadece kendini korumak için taşıyordu. O sırada aklına gelen soruyla ağzı açık kaldı. Neyden kendini koruyacaktı? Evinin önünde onu koruyanlar vardı zaten. Eve kimse giremiyordu. İdamına engel olduğu babasından mı koruyacaktı kendini?

"Sadece tedbir." diyerek sandalyesine oturdu Türkiye. Bu düşünceleri umursamak istemedi. Kıkırdayan Osmanlı, "Bana karşı bir tedbir yani? İdamıma engel olman daha da şaşırtıcıydı aslında." diyerek dalga geçti. Belgeleri masanın çekmecesine koyan Türkiye, "Baba yeter, sus artık." dedi. Yönetime geçen kendisiydi ama babası ondan daha fazla konuşmaya devam ediyordu hâlâ.

"Bizansın oğlu var ya hani?" diyen Osmanlı, Türkiye'nin tepkisini merak ediyordu. "Ee banane baba." diyerek göz devirdi Türkiye. "Hayret sinirlenmeni bekliyordum. Sonuçta o senin bir sürü insanını öldürdü ve topraklarını almaya çalıştı." diyen Osmanlıya karşılık olarak Türkiye "Baba! Unutmadım o savaşı! Hatırlatma çaban yersiz! Sonuçta o savaşta sen sarayda korkak gibi saklanırken ben halkımı koruyordum!" diye bağırdı. Sabrı taşmaya başlıyordu.

"Ölmüş. Senin de sonun onun gibi olacak. Hatırlatmak isterim." diyerek kahkaha attı Osmanlı. Bir anlık sinirle belinden çıkarttığı tabancayı Osmanlı'ya doğrulttu Türkiye. "Baba yeter!" diye bağırırken gözlerinin dolmasına engel olamıyordu. Gülümseyen Osmanlı, "O çarın kızına özenip bana o hurda yığınını doğrultma. Sen bunu yapamayacak kadar korkaksın." demesiyle karnına kurşunun gelmesi bir olmuştu. Karnındaki yaraya bakan Osmanlı, titreyerek başını kaldırdı ve Türkiye'ye baktı.

Ağlamak üzere olan Türkiye, dolan gözlerini silip kabanını giydi. Aklında sadece Sovyetler Birliği'nin cümlesi yankılanıyordu. Ödemesi gereken çok büyük bir bedel vardı. Bende ona bu bedeli ödettim canını alarak.

Yere yığılmış Osmanlı'ya ifadesiz bir şekilde baktı Türkiye ve ağzından aynı kelimeleri çıkardı. "Ödemen gereken çok büyük bir bedel vardı. Bende sana bu bedeli ödettim canını alarak." dedikten sonra bir saniye bile durmadan evden çıkıp arabasına binerek o evden sonsuza kadar uzaklaştı.

Sırlar Dünyası - YükselişHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin