"Rengin, yeter artık çık şuradan! Akşam olacak neredeyse, yüz saattir hazırlanamadın." diye bağırdım banyoya doğru. Muhtemelen makyaj yapıyordu ve onu beklemek ölüm gibiydi.
"2 dakika beklesen ölür müsün, insafsız kız?!" diye bağırdı aynı benim gibi banyodan.
"2 dakika derken?! Tamı tamına 1 saat 46 dakika 25 saniye oldu!"
"Oha saniye bile tutmuş, manyak..." dedi. Sessiz söylediğini sanmıştı muhtemelen ama duymuştum.
"Duydum seni! Eğer 5 dakika sonra çıkmazsan tek başıma giderim." Kazadan sonra neredeyse 1 hafta geçmişti ve iyiydim. Üzerime biraz daha çok düşüyorlardı bu meseleden sonra. Bu 1 hafta boyunca ayağı bile kaldırmamışlardı ve sonunda ne yapıp edip Rengin'le dışarı çıkmaya ikna edebilmiştik annemi. Abimler ve babam evde değildi, tam da bu anı kollamıştık. Gerçekten evin içinde bunalmıştım artık.
"Tamam, patlama geldik." Banyodan çıktı ve üzerine çeki düzen verir gibi hareket yaptı. "Nasıl olmuşum?"
Üzerini inceledim. "Güzel." Telefonumu cebime atarken "Hadi artık gidelim. Çıldırmama ramak kaldı." dedim. Önden ben, arkadan Rengin merdivenleri inerken karşımıza annem çıktı. "Biz çıkıyoruz, mama." Yanağına küçük bir öpücük kondurdum.
"Tamam, dikkat edin kızım." Rengin'e baktı. "Sana emanet, biliyorsun Rengin'ciğim."
"Anne!" diye uyardım. Bazen baş dönmesi ve baş ağrısı çekiyordum, evet ama aradan zaman geçtikten sonra hafiflemeye ve azalmaya başlamıştı bu ağrılar. Yani kendime bakabilirdim.
"Sen merak etme, Zeynep teyze. Emin ellerde Nil." Rengin'in yatıştırıcı konuşmasıyla gülümsedim.
Dışarı çıktığımızda abimlere yakalanmadığımız için mutluyduk. Çünkü aralarından biri bizimle gelebilirdi ya da en kötüsü dışarı çıkmamızı zehir edebilirlerdi sivri dilleriyle. Baskıcı değillerdi ama kazadan sonra bazı şeyler için korkmaya başlamışlardı. Onları anlayabiliyordum.
Bagaja eşyaları koyduk. Araba anahtarını Rengin'e fırlattım ve havada yakaladı. Arabayı açıp içine bindiğimizde kaşlarını indirip kaldırdı ve havalı bir gülüş sergiledi. Aynı zamanda güneş gözlüğünü gözlerine takmıştı. O arabayı çalıştırırken bluetooth'a bağlanıp şarkı seçmeye başlamıştım. Serdar Ortaç-Karabiberim şarkısını açtığımda Rengin kahkaha atıp imayla bana baktı. O esmer olduğu için bu ve bunun gibi şarkıları genelde ona söylerdim.
Rengin bağırarak şarkıyı söylerken ben de ona eşlik ediyordum. Türkçe şarkı söylerken sesim gerçekten kötü çıkıyordu fakat yabancı şarkı söylerken sesim oldukça güzeldi. Bu ilginç meseleyi çoğunlukla aramızda tartışırdık gerek abim, gerek Rengin'le ama bir sonuca henüz ulaşamamıştık.
Birkaç şarkı daha geçti ve sonunda Rengin'e yolu tarif ederek göstermek istediğim yere ulaşmıştık. Burası bir nehir kıyısıydı. Genellikle buraya tek gelir ve kafamı dinlerdim. Rengin ilk defa geliyordu Rusya'ya ve burayı görmesini çok istiyordum.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
what is love?
Novela JuvenilNil: Aşka inanır mısın Batıkan? Nil: Sen uzaktasın, seni tam olarak görmemiş olsam bile sanki yanımda gibisin. Nil: Sanki hep benimleydin. Nil: Çok... çok uzağımdasın ama benimlesin Batıkan. Nil: Aşk bu mu? Hissettiğim bu şey aşk mı sence? Nil: Eğer...