- Dört ay sonra-
Ortalık kan gölüne dönmüştü . Buzul kalenin , camdan tabanında ki kanla kaplı yüzüme baktım. Gözlerim uykusuzluktan şişmiş ve korkudan kızarmıştı. İçimdeki yoğun kasvetle etrafıma bakmak için kafamı kaldırdım. Atina üzerine saldıran üç askeri geri püskürtmek için büyük bir çaba sarfediyordu.
Claus elindeki ateş oklarıyla askerleri vuruyordu. Bir okunu da tam arkama doğru fırlatdığında , yuvarlanarak öne ilerledim. Arkamdan gelen asker okun ateşiyle yanmaya başlamıştı. Kısa bir an gözlerine minnetle baktım .
Gizay'ın kolundan aldığı yaradan sürüyle kan akıyordu. Gözlerim acıyla sızladı. Üzerine koşan askerin üzerine ateş yağdırdım , asker küle dönüşürken gözlerim Felix'i arıyordu. Yaralı halkı uzaklaştırırken bir yandan askerlere saldırıp durmuştu. Onu göremeyince yüksek sesle bağırdım. Duyacağından emindim. "Felix!"
Görünürde yoktu. "Felix nerdesin?(!)"
Arkamdan gelen ayak seslerini duyar duymaz ,hızla arkamı dönüp gelen kişinin boğazına sarıldım. " Sakin ol benim." Diyen Felix'i görmek içimi rahatlatmıştı. "Gizay'ı götür burdan çabuk ol." Değip Gizay'ın kanlar içinde kalmış bedenini gösterdim. Kolundan aldığı yara çok derindi. Demora önüne geçmiş , ona yaklaşan herkesi iyi kötü ayırmadan öldürüyordu.Etrafta dolaşan karazalt'lar yandaşlarımızın ruhunu emmeye çalışırken , Doratelyus'la birlikte oraya doğru koşmaya başladık. O ellerinde biriktirdiği yoğun su dalgasını ortaya attığı anda , suyun etrafında bir hortum oluşturup hain karazalt'ların üzerine saldım. Büyük bir kesit su akımına kapılıp uzaklaşmış , kalan kısımı da yandaşlarımız yok etmeye başlamıştı.
Kafamı Halalarıma doğru çevirdim . İkisi güçlerini birleştirmiş ateşten halkalarla sarayın kapısından gelen tüm askerleri küle çeviriyorlardı.
Duyduğum çığlıkla kafamı soluma çevirdim. Gela ve Belarus dizleri üzerine çökmüştü . Üstelerinde sürüyle asker dizilmiş durumdaydı. Kendimi askerlere odakladım. Etraflarında yoğun bir hava dalgası oluşturup hepsini havaya fırlattım.
Nalia havadaki askerlerin üzerine keskin su kütlelerini hızla yolladı. Askerlerin bedenleri parçalara ayrılıp Gela ve Belarus'un üzerine düştü.
Hepimiz bir yandan askerlerle savaşıyorduk. Yandaşlarımız da kara büyü yaratıklarıyla uğraşıyordu. "Nerde kaldın baba..." diye geçirdim içimden. Çoktan gelmiş olması gerekiyordu. Buzul kaledeki asker sayısı sıfıra yaklaşmıştı, ama her yerden Gözerler , Karazaltlar , Sarıkaçak'lar fırlıyordu.
Onlara doğru yönelip etraflarında ateşten halkalar oluşturdum. Bu Gözerler'e etki etsede , ateşin efendisi Sarıkaçaklara işlemiyordu.
Gücümün sınırlarını zorladığımdan, bilekliğim elimi koparmak istercesine sıkmaya başlamıştı. Bileğimden kanlar akıyor ama ben durmadan devam ediyordum .
Gökyüzünden gelen kükreme seslerini duyunca kafamı kaldırdım.
Babam ... Cehennem'in sırtında bize doğru geliyordu. Arkasında diğer ejderhalar ve her birimizin ruh hayranlarıyla beraber. Babam Cehe'nin alçalmasını beklemeden sırtından atlayıp, tam yanıma iniş yapmıştı. "Durumlar nedir ?" Diye sordu. "Askerler'in neredeyse tamamını hallettik . Ama Perodan ve kızları hala ortada yok. Çoktan gelmeleri gerekirdi." Dedim .
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Anka - Ateş
Science FictionTamamen yok olmuş bir krallığı küllerinden doğurmak için verilen uğraş . Ortadan kaldırılmış bir kraliçe . Annesinin yaşadığını on yedisinde öğrenmiş bir kız. Yeni bir dünyaya yolculuk. Varlıkla yokluğun arasında kalmış bir savaşta sihirle alınan...