-2-
“ Aral? Nereye gidiyorsun? “
Bihter merakla kaşlarını çatmış, gecenin bir vakti üzerini giyinen kocasına bakıyordu. Oğlunu yeni uyutmuştu. Soluğu kocasının yanında aldığındaysa onun gidiyor olduğunu gördü.
“ Markete bebeğim. Canım viski çekti, evde yok. “
“ Gecenin bu vaktinde viski için dışarıya çıkılır mı hiç? “ diye söylendi sert ve onaylamayan bir sesle. “ Evde ne varsa onu iç. “
“ Hemen döneceğim. “ diyerek gülümsedi Aral karısına. Yanına gidip onu uzun uzun ve sevgiyle izledi. Yüzünün her bir köşesini hafızasına kaydetmişti. Eğilip dudaklarına bastırdı dudaklarını ama öpmedi. Sadece koklamakla yetindi. “ Seni seviyorum. “
“ Ben de seni. “ diye mırıldandı Bihter, bozuk bir sesle. Ardından kocasını odadan çıkıp dış kapıya gelene kadar takip etti.
“ Gökyüzü gri. “ diye mırıldandı Aral kapıdan çıktığında ve karısının beline doladı kollarını.
“ Çok hoş görünüyor. “ diye cevap verdi Bihter. Aynı renk içine de yansıyor, tuhaf bir şekilde ürperiyordu. Kötü bir his barındırıyordu bu gece ama anlamlandıramadı. Sonra kendi kendine kuruntu yaptığını düşündü. “ Gri gece… “ diye mırıldandı gökyüzüne bakarak sessizce ve yüzünü Aral’a çevirdi. “ Çabuk git gel. “
“ Emredersin sevgilim. “ diyerek alayla gülümsedi Aral.
Onun evden çıkışını izlerken surat yapıyordu. Kapıyı kapatıp içeriye girdi. Şimdi yapması gereken şey kocasının dönüşünü beklemekti.
Yüzünde buruk bir ifadeyle evden çıktı Aral. Fakat karısına arkasını dönene kadar gülümsüyordu. Son kez evine baktı. Oğlunun uyuyan siluetini gözlerinin önüne getirdi bir kez daha ve yapmaya mecbur olduğu şeyler yüzünden içten bir küfür savurdu kendine. Arabaya binip gaza bastığında çalan telefonunu açtı ifadesizce.
“ Çıktın mı evden? “
“ Evet. “
“ Pekala, buraya gel. Gerisini biz halledeceğiz. “
Telefonunu kapattığında ekranda gördüğü karısının ve oğlunun resmine baktı. “ Özür dilerim… “ diye mırıldandı onlara sessizce. Karısına yaşatacağı şey için özür diliyordu. Oğlunu yalnız bırakacağı için kıvranıyordu. Ve aslında kendinden iğreniyordu. Bu kadar profesyonel bir yalancı olduğu için, bu kadar iyi bir şekilde rol yapabildiği için kendinden nefret ediyordu. Yutkunarak telefonunu arabanın camından dışarıya fırlattı. Bu hayatına elveda demenin ilk adımıydı ve öteki adımlar bu kadar küçük olmayacaktı. Yaptığı işin sonunun ne olacağını bilmiyordu. Bildiği tek şey; karısına söylediği yalanlar yüzünden kendisini asla affetmeyecekti. İyice gaza yüklendi. Marketi çoktan geçtiğinin farkındaydı. Yaklaşık 1 saat sonra geçtiği yolda kalan tek şey uzun lastik izleri, küle dönmüş bir jeep ve içinde karısının isminin yazılı olduğu yüzüğüydü.
***
-Ertesi Gün-
Kapının çalmasıyla birlikte genç kadın anında ayağa fırlamıştı. Evin içine doluşan kalabalığı sertçe yararak ilerleyip, bir umutla açtığı kapıda polisleri görünce ağlamaktan şişmiş gözleri daha da çöktü. Omuzları düştü ve bir adım dışarıya çıkıp mahcup bir şekilde duran polis memuruna yaklaştı.
“ Kocam nerede? “ diye fısıldadı çatlamış sesiyle. Ağlamaktan sesi bile kısılmıştı.
Polis memuru çaresizce Bihter’in gözlerine bakıyor ama ne söyleyeceğini bilemiyordu. Yüzündeki ifade genç kadını daha da perişan ediyordu. Gözyaşları sessizce akarken olduğu yerde sendeledi.
“ Kocam nerede dedim? “
Diğer polis sonunda toparlanıp kafasını kaldırdı. Güzel meslekti ama bu tür şeyler insanın canından can alıyordu. “ Üzgünüm hanımefendi… “ diye mırıldandı sessizce. “ Eşiniz olay yerinde yanarak hayatını kaybetmiş. “
Kadının acı dolu çığlığı koskoca evde yankılandı. Aynı anda hıçkırığı boğazına dizilerek nefesini kesmişti. Bacakları bedenini taşımaz hale gelince vücudunu kıvrılarak yere bıraktı. Yanı başında annesi onu kollarından tutmaya çalışıyordu ama pek başarılı olduğu söylenemezdi. Böğüre böğüre, delicesine ağlıyordu. Ama ne yapsa içindeki koru söndüremiyordu.
Evin içindeki koltuğun üzerinde ise Aral’ın annesi vardı. Yaşlı kadının yorgun kalbi oğlunun acısına katlanabilecek kadar güçlü değildi. Hıçkırıkları gelinine eşlik ederken her bir saniye ‘ oğlum ‘ diye yakarıyordu. İki yanında da oturan kadınlar kendisine destek vermeye çalışıyordu ama böyle şeyin desteği olabilir miydi? Oğlunu kaybetmişti. Bunun acısını dindirebilirler miydi?
Kapının önünde adeta ruhu can çekişiyordu genç kadının. Kocası bugüne kadar sahip olduğu en değerli varlıktı. Onu kaybetmiş olamazdı. Birazdan bahçenin kapısından içeriye girecek ve kendisini öpecekti hatta. Kendisini yalnız bırakmış olamazdı. Oğlunu bırakmış olamazdı. O daha küçücüktü. Babasız büyümeyi hak etmiyordu. Kendisini kaldırmaya çalışan elleri sert bir hareketle ittirdi. Kocası yanarak ölmüştü. Kalbinde büyüyen ateşi gözyaşlarıyla söndürmek istiyordu fakat öylesine büyük bir ateşti ki, bedeniyle birlikte tüm dünyayı yakıp geçiyordu. Değil gözyaşları, kendisini okyanusların dibine bıraksa yine de faydası olamazdı. “ Sana gitme demiştim… “ Acı bir sesle, hıçkırıklarının arasında haykırmayı başarmıştı. Acısını dindirmesi için ne yapması gerekiyordu? Avazı çıktığı kadar bağırıyor, ağlıyordu. Sanki birazdan kalbi duracak, nefes almayı bırakacaktı. Başı ağrıyordu. Boğazı acıyor ve göğüs kafesi sıkışıyordu. Hatta ses telleri yok olmak üzereydi. Aral, ölmemişti. Hala ruhunun, bedeninin içinde yaşıyor ve onunla birlikte nefes alıyordu. Biliyordu ki kocası kendisi olmadan asla yapamazdı. Tıpkı kendisinin o olmadan yapamayacağı gibi… Polis memurunun getirdiği tek şey yüzüktü. Avucunun içinde sıkıyor, sıkıyor ve sıkıyordu. Kendisini bu yüzük kadar küçücük hissediyordu. Küçük oğlu bakıcısının kucağında ortalığı yırtıyordu. Gürültüden, annesinin ağlayışlarından ürkmüştü. Neyse ki olup bitenin nedeninin farkında değildi. Oğlunun sesini duyunca bir kez daha hıçkırdı Bihter. Ne yapacaktı? Yapayalnız kalmıştı. Yapayalnız kalmışlardı. Yatağının sağ tarafı artık hep boş olacaktı. O yatakta bir saat bile yalnız kalmaya katlanamazken kocası olmadan nasıl yatacaktı? Yatabilecek miydi? Koskoca hayatı yok olmuştu, sağ tarafın boş olması neyi değiştirirdi? Oğlu babasız kalmıştı, sağ taraf artık kimin umurundaydı? Kalbi, ruhu, bedeni sahipsiz kalmıştı… Sağ taraf artık neye yarardı? Göz kapakları artık açık kalamıyordu. Öylesine yorulmuştu ki… Geceden beri haber bekleyen aklı yok olmuştu sanki. Saatlerce ağladığı kapının önünde gözleri kapandığında kocasını, tek aşkını yolcularken kendisine nasıl gülümsediği hatırındaydı. Onu son gördüğünde kendisine gülümsüyordu. Ama bu gülümseme şu an onu yok ediyor, yakıyordu. Her bir gülümsemesiyle mutlu olduğu eşinin bu son gülümseyişi sadece canını acıtıyordu. Yorgun bedenini uykuya teslim ederken mırıldanıyordu kendi kendine sessizce; “ Sana gitme demiştim… “
***
“ Boş bir mezar, gerçekten çok hoş. “
Genç adamın öfkesi gözlerinden okunuyordu. Tüm aile ağabeyinin acısıyla kavrulduğundan, yapılacak tüm işlemler kendisine kalmıştı. Aynı acı kendisini de yakıyordu. Üstelik kendisi rahatça ağlayıp içini dökemiyordu. Güçlü olması gerekti. Çünkü zaten annesi ve babası harap olmuştu. Bir yeğeni vardı yalnız kalan ve bir yengesi. Yengesi aklına gelince dişlerini sıktı. Acaba çok üzülmüş müydü? Elbette üzülmüştü. Yutkundu. Konuştuğu adamın yanından ayrılıp ağabeyinin evine doğru sürdü arabasını. Bir gün o eve ağabeyinin cenazesi için gideceğini hiç düşünmemişti. Dolan gözlerini sertçe kapatarak geri itti gözyaşlarını. İtiraf etmek gerekirse kardeş acısı çok başkaydı. Bir yanını kaybetmiş gibi hissediyordu. İstediği yere geldiğinde durup derin bir nefes aldı. Arabadan inmek çok güçtü. Yine de kendisini zorlayıp içeriye girdi. Evin içindeki kalabalık iyiden iyiye moralini bozmuştu. Ama hiçbir şey belli etmeden seri adımlarla ilerleyip, yeğenini kucağına aldı ve oradan uzaklaştırdı.
“ Amcacım… Bak ben geldim. “ diye mırıldandı Ege’nin saçlarını öperek. Küçük çocuğu izledi uzun uzun. Tıpkı ağabeyi gibiydi. Onun gibi yakışıklı bir erkekti. Ve annesinin güzelliğini de almış bir bebekti. Yeğenine sımsıkı sarılırken, derin bir nefes aldı. “ Ağabey… “ diye mırıldandı kendi kendine. “ Bu gidiş biraz zamansız oldu. “ Bir damla gözyaşı süzüldüğünde, babasının elini omzunda hissetti.
“ Ayaz? “
Yaşlı adam adeta çökmüştü kısa süre içinde.
“ Baba? Gelsene… Nasılsın? “
“ Nasıl olayım? “ diye mırıldandı yaşlı adam torununu izleyerek. Kırışıklıklarla bezeli mavi, küçük gözleri dolmuştu. “ Oğlunu kaybetmiş bir baba nasılsa, öyleyim işte… Eksik. Çok eksik. “
***
“ Beyefendi? “
“ Evet? “
“ Gazeteler ve siparişleriniz geldi efendim. “
“ Tamam, teşekkürler. Şöyle bırakabilirsin. “
Genç yaşlardaki hizmetçi siparişlerin olduğu torbayı kenara bıraktı. Adamın yüzüne soğuk bir ifade yerleşti. Ellerini pantolonunun cebinden çıkartıp, boydan camın önünde şehrin göz alıcı manzarasını izlemeye ara vererek, gazeteyi açtı.
“ Ünlü iş adamı Aral Kavan’ın şok eden ölümü… “
Haberin devamını ve yazılanları dikkatle inceledi. O, gazeteyi okurken, odanın köşesinden bir kadının sesi yükseldi. “ Ne yazıyor? “ dedi adamı inceleyerek. Kırmızı dudakları ve siyaha boyanmış gözleri çok hoş görünüyordu. Sesi yumuşaktı fakat bu sese zıt olarak, adam, gayet sert ve soğuktu. Simsiyah gözleri loş ışıkla birlikte parlıyordu.
“ Hiç. “ diye mırıldandı camın önünden geçip mini bara ilerleyerek. Kendisine viski koyup, ilk yudumunu alırken gözlerini karşısındaki kadından çekmedi. “ İsa’nın vahşi ölümünden bahsediyor. “
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölüm Oyunları
General FictionHayatını paylaştığı birini ne kadar iyi tanıyabilir insan ya da ne kadar uzaktadır ondan? Kaç gece yanında olur hiç uyanmadan? Bihter, çok sevdiği kocasının ölüm haberini aldığında, sona geldiğini düşünüyordu. Fakat bu son, onun için sadece yeni bi...