-16-Oğlunu uzun zamandır ihmal ettiğini düşünen genç kadın, yukarıya çıkıp yardımcısını odadan çıkarttı. Bebeğinin kokusunu içine çekip onu sıkıca kucakladı ve yatağa doğru ilerleyip önce kendisi uzandı, ardından da oğlunu göğsüne yatırdı. Çocuk sürekli ellerini ve ayaklarını kıpırdatıyor, annesinin ağzına ve burnuna dokunuyordu. Bir süre onu izledi Bihter. Ne yapsa kendisini Aral'ın artık bu dünyada olmadığına inandıramıyordu. Her şey bir gecede bu denli değişemezdi. Keşke şimdi gözlerini kapatsaydı ve uyandığında kocası yanında uyuyor olsaydı. Her rüyanın sabahına onunla birlikte uyanırdı. Şimdi bu kabusun içinde tek başına olduğunu bilmek onu öldürüyordu. Sürekli tıbbi sonuçları düşünüyordu. Ölen adamın kocasına ait olduğunu kanıtlar tek nitelik parmağından alınan yüzüktü. Bir zincirle boynunda taşıdığı yüzüğe dokundu, aynı anda gözlerini kapatıp aşkını düşünmeye başladı. Dalgalı sarı saçları, parlak mavi gözleri, dudakları, sakalları ve vücudunun her ayrıntısında dolaşan elleri. Herhangi bir diş, tükürük, saç teli ya da parmak izi örneği yoktu. Bu somut deliller olmadıkça, Bihter bu ölüme inanmak istemiyordu. Gerçi onlar olsa dahi inanamazdı. Aral'a ölümü yakıştıramazdı. Hangi insanoğlu sevdiği birine yakıştırabilirdi ki? Kıpırdanıp duran bebeğine baktı tekrar gözlerini açıp. " Bebeğim... " diye mırıldandı ve onu yan tarafa yatırdı. Bu yatakta ve hayatta, ikisi artık baş başaydı. " Uyuman gerek. "
Çocuk, onun söylediğiyle ilgileniyor gibi görünmüyordu. Ayağını ağzına sokmaya çalışırken bir yandan kendi kendine tatlı sesler çıkartıyordu. Bihter ona parmağını uzatıp, sıkışını ve ağzına götürüşünü keyifle izledi. Son zamanlarda kendisini güldürebilen tek varlık oğluydu.
***
Aral yerleştirdiği kameralardan karısını ve oğlunu izlerken gülümsüyordu. Onları çok özlemişti ama sürekli sorunlar çıkarken, Bihter eskisi gibi acıdan sarhoş halde gezmiyorken tekrar onlara gitmesi tehlikeliydi. Artık ilaçlarını almıyordu, yavaş yavaş toparlanmaya başlamıştı ve onu uyurken kandırabileceğinden emin değildi. Derin bir nefes alıp karısının kapanan gözlerini, oğlunun çırpınan ellerini izledi. Neler yapmıştı? Neler yapıyordu? Daha da önemlisi neler yapacaktı? Şimdilik kurtulduğunu düşünüyordu ama o Bilge gibi yaşamayı kabullenebilecek miydi? Kimsesiz, yalnız, insanlıktan uzak, zavallı bir solucan gibi saklanarak yaşamayı kabullenebilecek miydi? Bu kadar güçlü olup olmadığından emin değildi. Bugüne kadar olması gereken şeyleri mecburen yapmış, duygusal davranmamaya çalışmıştı. Ama o planları yaparken karısı ve çocuğu yanındaydı ve onlardan ayrı kalmanın nasıl bir his olduğunu tatmamıştı. Şimdiyse biliyordu. Acı, buruk, ekşi bir tadı vardı bu hissin. Küflü çekirdek ya da çürük bir fındık gibiydi. Kurtlu bir elmayı ısırmış gibiydi. Derin bir nefes alıp gözlerini kapattı. Bambaşka biri olmuştu. Kahveye boyanan saçları ve sakalları, siyah lensleriyle o artık Aral Kavan değildi. İsa değildi. Kaç kimliği daha olacaktı? Kaç kez daha yeni bir kimliğe bürünmek için soyunacaktı? Nasıl böyle geri dönülmez hatalara saplanmıştı? Üniversite yıllarına geri dönmeyi, tüm hatalarını sıfırlamayı ne çok isterdi. Bu fikrin imkansızlığıyla içi sızladı. Bütün bunların geri dönüşü yoktu. Hiçbir acının, hatanın, kırgınlığın asla geri dönüşü olmuyordu ve hayat bu yüzden adil değildi. Keşke o kadar hırslı davranmasaydı. Keşke Bilge'yi kurtardıktan sonra, para için bu kadar gözü kör olmasaydı. Kendince insanlık yapıp, onun için büyük miktarlar ödemiş, ödediğinin altından kalkamamış, bu yüzden de kirli işlere bulaşmıştı. Yaşadıklarının ağırlığıyla ezildi. Hiç tanımadığı kadınları soktuğu pis çukurun kokusu burnuna doluyordu. Sıyrılmak için derin bir nefes aldı ve düğmeye basıp ekranı kapattı. Her şey kusursuz, diye mırıldandı bir kez daha. Bütün bu kirli oyunlardan kurtulmanın yolu kendini buna inandırmaktı.
***
Bilge mektubunun son satırlarını yazarken, bir yandan da masanın üstünde duran meyve suyunu yudumluyordu. Başlamadan önce dakikalarca sandalyede oturmuş ve ne yazacağını düşünmüştü. Sonunda birkaç satır karalamayı başardı. İnsan nasıl intihar mektubu yazardı? Bilmiyordu ama mecburen öğrenmişti. Kağıdı katlayıp yatak odasına ilerledi ve komodinin üzerine bıraktı. Etrafa bakındı. Tüm bunların olmasını istemiyordu. Bu evi, bu yatağı bırakmak istemiyordu. Ayaz'ın kendisini bıraktığını bile bile, onu da bırakmak istemiyordu. Yatağa oturup yastığı çekti ve yüzüne bastırıp, hıçkırığının ses çıkartmasını engelledi. Yüzüne yastığa bastırıp ağlamaya başladı. Bu kapıdan çıkmak nasıl zor geliyordu... Kendisini bunca pisliğe bulaştıran kadere küfürler yağdırdı. Tanrı kendisinden bu kadar mı nefret ediyordu? Nasıl bunca şeyi başına yıkabilmişti? Tam kurtulduğunu düşünüyorken, nasıl yeniden batabilmişti?
Yeni bir hayatı olacaktı. O hayatta mutlu olacaktı. Kendisi için yazılan senaryo buydu. Yastığı suratından çekip yerine fırlattı. Yüzünü elinin tersiyle sildi ve arabasının anahtarını alıp dışarıya çıktı. Pek kimsenin geçmediği köprüye geldiğinde, etrafta olan birkaç arabanın uzaklaşmasını bekledi. Arabayı kenara çekip indi ve demirlerin yanında durup, kayalarda duran çocuğun fotoğrafını çekmesini bekledi. Çocuk fotoğrafını çektikten sonra eliyle işaret yaptı ve Bilge geri dönüp arabanın arka koltuğunda duran cansız mankeni çıkarttı. Manken kendisi gibi siyah bir elbise giyiyordu. " Hoşça kal. " diye mırıldandı mankene bakıp. Güçlükle onu kaldırıp demirlere yasladı ve çocuğa yeniden el işareti yapıp, mankeni aşağıya attı. Cansız varlık düşerken çocuk bir fotoğraf daha çekti ve ardından hızla kayalardan inmeye başladı. Sudaki sandalda bekleyen bir diğer adam, yaklaşıp yüzeyde duran mankeni çekti ve kıyıya geldi. Bilge, arabanın anahtarını üstünde bırakıp kapısını kapattı ve hızla yürüyerek oradan uzaklaştı. Yolun sonunda bekleyen arabaya binip kapıyı çarptı. Bir çift mavi göz kendisini karşılamıştı.
" Selam. " dedi Aral gaza yüklenirken. Cevap alamayınca konuşmaya devam eti. " Ayaz akşama mektubu bulur. Polise gider. Araştırma yaparlar ve mobeselerden buraya geldiğini anlarlar. Köprünün üzerinde hiç kamera yok. Aşağıdaki adamlar tesadüfen, atlamak üzereyken seni gördüklerini söyleyecekler. Fotoğrafları verecekler ve ölümün kanıtlanmış olacak. "
Genç kadın cevap vermedi. Kusursuz bir ölüm planı olmuştu.
***
Ayaz işten geldiğinde her zamanki gibi sessizce içeriye girdi. Evde garip bir sessizlik vardı. Mutfaktan ya da televizyondan bir şeyler duymuyordu. Adımlarını mutfağa yönlendirip etrafa bakındı. " Bilge? "
Ses gelmedi. Evde olmadığını düşündüğünden, adımlarını yatak odasına yönlendirdi. Kravatını açarken banyonun kapısını araladı. Bez parçasını yatağa bıraktı ve doğrulurken, komodinin üzerinde duran kağıt dikkatini çekti. Kaşları çatılmıştı. Ağır adımlarla ilerleyip mektubu aldı ve açıp okumaya başladı. Satırlar ilerledikçe surat ifadesi değişiyor, kalbi hızla çarpmaya başlıyordu. Bilge, asla böyle bir şey yapacak bir kadın değildi. " Hayır. " diye mırıldandı mektubu buruşturup ve hızla odadan çıkıp arabasına doğru koşturdu. Hızla kullanırken bir yandan da ağabeyinin numarasını tuşluyordu. Karşı taraftan cevap geldiğinde alelacele durumu anlattı. Aral sesine sahte bir panik havası katarak kardeşini cevaplamıştı. Telefonu kapattı ve kendisi de arabasına binip, Ayaz'ın yanına gitmek üzere evden çıktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölüm Oyunları
General FictionHayatını paylaştığı birini ne kadar iyi tanıyabilir insan ya da ne kadar uzaktadır ondan? Kaç gece yanında olur hiç uyanmadan? Bihter, çok sevdiği kocasının ölüm haberini aldığında, sona geldiğini düşünüyordu. Fakat bu son, onun için sadece yeni bi...