23

236 34 3
                                    

23

Adam, ayağını ritmik bir şekilde yere vururken, mavi gözlerini yerdeki taşlara dikmişti. Krem döşenen yüzey parlaktı ve tavandaki aydınlatmaların yere vuran gölgesi buradan bakınca oldukça hoş görünüyordu. Gözlerini kırpmadan bakıyor, arada bir elindeki bardağını dudaklarına götürüp birkaç yudum içki içiyordu. Günlerdir geceleri 3-4 saat uyuyup uyanıyor, günlerini bu evin içinde bir fare gibi geçiriyordu. Kesinlikle, artık bir fare gibi yaşadığını düşünüyordu. Gözlerini taşlardan çekip pencereye dikti ve dışarıdan görünen çam ağacını inceledi. Bugünlerde arkadaşlık yapabildiği tek canlı bu ağaçtı. Haline güldü, bardağını ağaca doğru kaldırıp tekrar dudaklarıyla buluşturdu. Bilge gideli kaç gün olmuştu bilmiyordu. Televizyonda günlerdir dönen haberler aklını oynatmasına neden olmak üzereydi. Bugün gördüğüne göre ise, karısı mesleğinden uzaklaştırılmıştı. Bütün bunları ona kendisinin yaptığını düşündükçe deliriyordu. Ona olan özlemi bir yandan, vicdan azabı öteki yandan, polis ve Aldo tarafından hala aranıyor olmanın korkusu bir diğer yandan bedenini kuşatmıştı. Pek fazla yemek yemiyor, genelde içkisini içiyordu. Bir haftada içkiye yatırdığı para hesabını epey etkilemişti fakat umursamadı. Çünkü geleceğe dair hiçbir fikri ya da umudu yoktu. En kötü, en vahim, en acınası yerdeydi. Gelecekten umudu olmayan bir insanın, ölümden de korkusu olmazdı. Sadece sevdiği insanları düşünüyordu, bütün bu saçma ölüm oyunları da sözde onlar içindi ama hiçbiri yolunda gitmemişti.

Bilge'yi düşündü. Kıvrak zekalı, küçük dev, diye geçirdi içinden. O yine dört ayağı üstüne düşmüştü ama kendisi pek de şanslı sayılmazdı. Sonra, onun bu konuda elbette şanslı olması gerektiğini, çünkü ardında herhangi bir sorumluluğunun olmadığını hatırladı. Aynı anda aklına gelen oğluyla bardağı kenara bırakıp ellerini yüzüne bastırdı ve gözlerini ovaladı. Onları nasıl kurtaracaktı? Belki biraz mantıklı düşünebilse buna karar verirdi. Ama içinde bulunduğu karanlık önünü görmesine, yeni bir adım atmasına engel oluyordu.

Yerinden kalkıp odanın içinde ilerledi. Her gün aynı saatte yemek hazırladığını haber veren hizmetçi yanına gelip, robot gibi aynı cümleleri tekrarladığında, irkilip onun varlığını yeni fark etmiş gibi kadını süzdü. Cevap vermeden onun salondan ayrılışını ve gözden kayboluşunu izledi. Ardından yerinden kalkıp kızın ilerlediği tarafa yöneldi. Giriş kapısına gelmeden sağa dönmüş, mutfağa girmişti. Girişte kocaman çelik bir kapı vardı, kapının yanlarından yukarıya çıkan, kırmızı halıyla döşenmiş iki merdiven bulunuyordu. Tırabzanlar altın ve siyah rengindeydi. Asma kattan görünen üç kapıya baktı. Birincisi, kendisine ait odanın kapısıydı ve açık duruyordu. Diğeri, Bilge'nin odasıydı ve artık kilitliydi. O odaya girecek, çıkacak hiç kimse yoktu artık. Aral, kız kardeşini kaybetmenin verdiği ağırlıkla iyice kendinden geçti. O kadınla ne çok şey paylaşmış, şimdiyse tamamen yalnız kalmıştı. Bilge yoktu, Ayaz yoktu, annesi yoktu, babası yoktu, karısı yoktu, çocuğu yoktu. Kendisine ve diğerlerine verdiği zararla içi yandı. Nasıl bir cehaletin içine düşmüştü de kendisini böylesine büyük bir pisliğin içine atmıştı? Sonunun böyle hazin olacağını bilse, en azından başkalarını asla bu pisliğe bulaştırmazdı. Bihter'le asla evlenmez, Ege'nin hayatına bu lekeyi asla sürmezdi. Hayatında ikisinin eksik olacağını düşününce ürperdi. Hayır, büyük ihtimalle buna asla dayanamazdı. O ikisi, bu adamın var olma sebebiydi.

Tekrar geldiği yöne doğru ilerleyip kendisine yeni bir içki doldurdu ve koltuğun kenarına oturup yine ayağını yere vurmaya başladı. En başında bu eve niye geldiğini hatırladı, karısını ve ailesini niye onca acının içine attığını. Aklınca bu ölüm oyunu sayesinde her şeyden kurtulacak, ardından ailesine gerçeği anlatacak ve karısıyla çocuğunu alıp buradan gidecekti. Hiç bilinmedikleri bir yerlerde bambaşka bir hayata başlayacaklardı, tıpkı Bilge gibi. Karısının her şeyi affedip kendisine evet diyeceğini neden ve nasıl düşünmüştü bilmiyordu, bildiği tek şey, onun aşkına güveniyor olduğuydu. Umudunu o kadının aşkına bağlamış, kendisini yarı yolda bırakmayacağını düşünmüştü. Yanılmayacağını biliyordu. Bihter'in asla ondan vazgeçmeyeceğini biliyordu. Bütün bunları hatırlayınca, şimdiden sonra ne yapması gerektiğini anladı. Planında hiçbir değişiklik olmayacaktı. Karısının yanına gidecek ve ona ölmediğini söyleyecekti. Muhtemelen kadın bunun sevinciyle neşe dolacaktı. Onun gülen gözlerini ve inci dişlerini düşününce, günler sonra, ilk defa kendisi de gülümsedi. Bihter'in kendisiyle ilgili ne öğrenip ne öğrenmediğini bilmiyordu ama bir şekilde, onu kendisiyle gelmeye ikna etmeliydi. Onları burada bırakıp tek başına kaçamazdı. Gerçeği öğrenene kadar Bihter'in peşini asla bırakmazlardı.

Ölüm OyunlarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin