Dört yaşındaki kız çocuğu, annesi tarafından çekiştirilirken yürümekte zorlanıyordu. Annesinin hızlı adımları yüzünden koşmak zorunda kalıyor ama yorulduğundan dolayı koşamıyordu da. Tek katlı bir evin önünde durduklarında, kadının elini bırakıp etrafta gördüğü başka bir kızın yanına geçti. Onunla konuşmaya çalışırken, ikisi de sokakta yükselen sesler yüzünden durdu. Annesi hızla bir kapıyı yumrukluyordu ve kapı açıldığında karşısında genç bir kadın belirdi. Cevap vermeden misafirinin konuşmasını bekledi. " Aynur Hanım sizin orada borçları kaça bölüyorlar bilmem ama biz peşin alıyoz! " diye bağırdı birden. Kadın utanmışa benziyordu, etrafa bakındı, kimsenin görmesini istemiyordu. " Geç içeri de orada konuşalım Fatma. " dedi hemen. Fatma, bu seçeneği kabul etmedi. Çünkü zaten buraya bu kadını rezil etmek için gelmişti. " Ben paramı isterim Aynur. Konuşmak istemem. " dedi yine bağırarak. Birkaç kişi camlardan bakmaya başladığında, amacına ulaştığını düşündü. " Ne zaman verecen parayı? Yeter be! Bak benim çocuğum aç dolaşıyor. " diye yalan attı, karşısında duran kızını göstererek. Aynur, iyiden iyiye utanmıştı. Hızla içeriye girip dolabında sakladığı beşi bir yerde kolyesini eline aldı ve geri geldi. Karşısındaki rezil kadına uzattı. " Sakın gelme bir daha buraya. " dedi tükürürcesine. Ardından sokağa çıkıp kızının elini tuttu ve hemen yanında duran, yeşil gözlü küçük kızı ittirdi. " Oynamayacaksınız siz bir daha! " Evine girip kapıyı kapattığında, Fatma bir kez daha kapıya yumruk attı. " Sen kimin kızını çekiştiriyon acaba Aynur? " dedi bağırarak. Kızının elini kavrayıp onu tekrar koşturmaya başladığında, hala söyleniyordu. " Şuna bak be, hem suçlu hem güçlü. "
14 yıl sonra
Hatay'ın köhne, dar sokaklarından birinde, eski bir evde dikiş makinesinden çıkan sesler etrafa yayılıyor, genç bir kız rahatsızlıkla yatağında kıvranıyordu. Tatlı uykusundan sıyrılıp gözlerini açtığında saatin daha sabahın yedisi olduğunu fark etti. Yatağından güçlükle kalkıp salona ilerlerdi ve annesini kapkara bir şeylerle uğraşırken buldu. " Ne bu? " diye mırıldandı uyku sersemi ve dikiş makinesine uzanıp kumaşa dokundu. Annesi cevap vermeden işiyle uğraşmaya devam etmişti. Birkaç dakika sonra makine durduğunda ayağa kalktı ve siyah kumaşı üzerine geçirdi. Sadece gözleri açıkta kalıyordu, görüntü genç kızı korkutmuştu. Tatiller de dahil olmak üzere hiçbir şekilde buraya gelip ailesinin sorunlarını, sorunlarına buldukları aptalca çözümlerini görmek istemiyordu. " Ne yapacaksın bununla? " dedi huzursuzca. " Sen çarşaf giymezsin. Başörtüsünü bile düzgün kullanmıyorsun. "
Kadın sararmış dişlerini göstererek gururla gülümsemişti ama üzerindeki çarşaf nedeniyle, genç kız sadece kırışan göz kenarlarını gördü. " Vallahi çok yakıştı. " dedi, kara kumaşın üzerinde gördüğü dolarları düşünürken. Midesinin bulandığını hissetmişti. " Anne, ne yapacaksın bununla dedim? " dedi tekrar ve aynı anda evin kapısı açıldı. Ağabeyi, elinde ekmek poşetiyle içeriye girmiş, annesinin yüzüne bakmadan mutfağa geçmişti. Kendisi de mutfağa girip genç adama baktı. " Ne planlıyor bunlar? " dedi merakla.
Huzursuzca kardeşine baktı çocuk. " Lübnan'a tütün götürecekler. " dedi ve ardından mutfaktan çıktı. Duyduğu şeyle kendisini büyük bir çıkmazın içinde buldu genç kız. Tütün kaçakçılığı her zaman yaptıkları şeydi ama ilk defa Lübnan'a gidip satacaklarını duyuyordu. Midesi gerçekten ağzına gelmişti. Korku, nefret, hüzün, hepsi bir arada karnına doluştu. Ağır bir sancı bağırsaklarının arasında bir yılan gibi süzülüp gitti. Mutfaktan çıkıp salondaki annesine baktı tekrar. Çarşafı çıkartmış, altındaki basma eteğiyle kalmıştı. Küçük kafasının içindeki küçücük beyniyle neler planlıyordu, neler hayal ediyordu anlayamıyordu. Kazandıkları para pekala kendilerine yeterken neden daha fazlası için bu kadar hırslanıp bu işlere bulaşıyorlardı, bilemedi. Bütün hisler yerini korkuya bıraktığında odasına döndü. Gidecekleri yerleri az çok biliyordu. Odalardan yükselen öldürücü tekbir sesleri, Tanrı'ya ibadet etmekten vazgeçip şeyhlerin önünde eğilen, onların ellerini ve eteklerini öpen kokuşmuş insanları, mal mülk sahibi olup dindar diye geçinen yaşlı adamların, insanların kendilerine tapınmalarından aldıkları iğrenç hazzı, az çok biliyordu. Odasına gelip kapısını kapattı ve tüm bunları aklından silmeye çalıştı. Annesi ve babası da onlardan biri olacaktı anlaşılan. Odasından çıkmadan, saatlerce olduğu yerde oturdu. Kıpırdamak içinden gelmiyordu. Evin içinden sesler duymaya başladığında yerinden kalkıp kapısını araladı ve salona baktı. Aynı anda yeniden önünde beliren kara çarşafla irkildi. " İçeri gir. "dedi annesi sertçe. "Sakın çıkma. " diye ekleyip kapısını çekti ve üzerine kilitledi. Açmaya çalıştı fakat nafileydi. İçeriden Arapça konuşmalar duyuyordu. Anladığı kadarıyla tanışmak için gelen birkaç misafir vardı. Annesinin hiç sesi çıkmadı, onu salonun bir köşesinde kafasını yere eğmiş olarak hayal etti. Koltuğuna geçip oturdu. Oturma odasında yüksek sesle konuşan adamları duyuyordu. Biraz sonra kapısı açıldı ve ağabeyi elinde siyah bir çarşafla odasına girdi. " Giy bunu, " dedi ciddiyetle, yüzüne bakmadan. Şaşkınlıkla bir ağabeyine, bir çarşafa baktı. " Ne saçmalıyorsun? " diye mırıldandı suratını buruşturup. Çocuk gözlerini kıza dikip sertçe baktı. " Giy bunu da çıkalım evden. " O zaman bunun, evden çıkmak için kurulmuş bir oyun olduğunu anlamıştı. Çarşafı üzerine geçirdiğinde aynaya baktı, bir tek iri yeşil gözleri açıkta kalıyordu. Ağabeyi, kardeşinin güzelliğini düşünürken iç geçirdi. Kara çarşafın içinde dahi olsa, bu gözlerle mutlaka birinin aklını çelerdi. En mantıklı şey kardeşini buradan uzaklaştırmak olacaktı. Bu küçük kızın adını bile o koymuştu. İlk okuldaki öğretmeni Bilge Yıldız'ı hatırladı. Kadını öyle sever, öyle sayardı ki, ona olan hayranlığı üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen bitmemişti. Kendisi sekiz yaşındayken doğan kız kardeşinin adı Bilge olsun diye ağlayıp durmuş, sonunda ailesine kabul de ettirmişti. Onu kolundan tutup sokağa çıkarttığında, birkaç adım atmışlardı ki annesi kapıda belirip arkalarından bağırdı. " Ayşe Bilge! Mehmet! Buraya gelin. " Bilge, çarşafı kafasından sıyırmaya başlamışken adımlarını hızlandırdı. Annesinin sokağa indiğini gördüğünde ise koşmaya başlamıştı. Saçlarını kurtardığı anda rüzgarla dans etmeye başladı ve koşarken arkasını dönüp, elindeki çarşafı gülerek annesine doğru fırlattı.
***
Hallstatt kasabasına geldiğinde, Bilge güçlükle anılarından sıyrılmaya çalıştı. Ağabeyi, annesi gibi öldürülmüştü ama bunu hatırlamak istemiyordu. Bir tek onu hatırladığında derin bir kedere boğuluyordu çünkü ağabeyi ona çok yardımcı olmuştu. O gün çarşafı giydirip evden kaçırdığından, üniversiteye gitmesi için babasının karşısında durduğundan ve her ağladığında yanında olduğundan, ağabeyinin ondaki yeri bambaşkaydı. Onun bütün bu kirli insanlarla aynı sebeplerden ötürü öldüğünü düşünmek istemiyor, ona hakaret ediyor, aşağılıyormuş gibi hissediyordu. Yokluğuna alışsa da hala onu düşündükçe içi acıyordu. O, uzun zamandır ağabeyinin yerine Aral'ı koyuyor ve onu zihninde yaşatmaya çalışmayı sürdürüyordu.
Arabasından inmeden önce peruğunu ve güneş gözlüğünü çıkarttı. Tepeden topuz yapılmış siyah saçları ve parlayan yeşil gözleriyle, her zamanki gibi kusursuzdu. Bagajdan bavulunu alıp eve taşırken, karşıdan gelen komşusunu gördü. Kadın şaşkınlıkla Bilge'yi inceledi ve ona doğru ilerledi. " Victoria! Dönmüşsün! " dedi gözlerini kocaman açarak. " Saçlarına bak, kendi rengine mi döndürdün? " deyip, onun saçlarına dokundu. Bilge gülümsedi ve kadını süzdü. " Evet. Ötekinden sıkılmıştım. " dedi sarı saçlarını kast edip. Peruk olduğundan kimsenin haberi yoktu.
O sırada yanlarına gelen bir adamla, kadının dikkati dağıldı. " Ah, seni yeni komşumuzla tanıştırayım. " dedi adamı gösterip. " Jackson. Bu Victoria. Bir süredir Türkiye'deydi. Altı ay orada, altı ay burada, göçebe. " diye ekledi kahkaha atarak. Jackson kadının yeşil gözlerine ve beyaz tenine bakarken, onun buradan olmadığını çoktan anlamıştı. Adının Victoria olması kendisini şaşırtsa da, bir şey söylemeden elini sıkmakla yetindi. " Hoş geldiniz. " dedi samimi bir sesle. Bilge güldü. " Siz de. "
Komşusu, işleri olduğunu ve gitmesi gerektiğini söyleyerek yanlarından ayrıldı. Arabanın yanından geçerken kafasını çevirdiğinde, arka koltuktan yere düşmüş olan sarı renkli peruğu fark etmişti. Kaşları çatıldı, olduğu yerde durup birkaç saniye peruğa baktı ve ardından arkasını döndüğünde, Bilge'yle göz göze geldi. Ona bir şey söylemeye ya da sormaya cesaret edemedi çünkü kadının ürpertici bir havası vardı. Seri katil ya da psikopat bir sapık olabilirdi. Yapmacık bir gülümsemeyle ona el sallarken, kadınla arasını iyi tutması gerektiğini düşünüyordu.
Bilge, kadının arabasının yanında durduğunu anladığı anda kafasını ona çevirdi. Onun peruğu gördüğünü anlamıştı, yalanı ortaya çıkmıştı ama umursamadı. Bu kasabadaki hiç kimse ona zarar veremezdi. Yüzüne sinsi bir gülümseme yerleştirip, yalanımı-yakaladın-bakalım-şimdi-ne-olacak, dercesine kadını süzdü. Onun yapmacık bir gülümsemeyle kendisine el salladığını görüne, işte böyle, diye mırıldandı içinden ve kendisi de ona el salladı.
GWm8g'>v
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölüm Oyunları
General FictionHayatını paylaştığı birini ne kadar iyi tanıyabilir insan ya da ne kadar uzaktadır ondan? Kaç gece yanında olur hiç uyanmadan? Bihter, çok sevdiği kocasının ölüm haberini aldığında, sona geldiğini düşünüyordu. Fakat bu son, onun için sadece yeni bi...