1

1.9K 162 218
                                    

*İlk bölümden yorumsuz bırakmayalım bu yazarı. Size güveniyorum canım okurlar. Keyifli okumalar.

"Bu fikir bana pek manasız geliyor Sehun." dedim belki de altında oturduğumuz söğüt ağacının döktüğü yapraklardan daha fazla kez. Ki her rüzgarda en az yirmi yaprağını düşürüyordu koca ağaç. Lakin Sehun beni duymazdan gelir gibiydi. Sadece kendi konuşuyor, ona göre mantıklı gelen fikrini ısrarla anlatmaya devam ediyordu. 

"Hayal etsene Chanyeol, o koskoca sarayda bize ait bir yerin olduğunu, şu ihtiyarın altında değil de manolyaların altında gölgelendiğimizi." Hülyalı bakışları hayal dünyasına dalarken ben söylediklerini imgelemekte zorlanıyordum. Manolyalar nasıl kokar deseniz bilmezdim ki ben altında gölgelendiğimi hayalleyebileyim. Veyahut bir kez olsun görmediğim sarayın odalarını nasıl düşleyebilirdim?

Ben anca dağ kenarındaki kır papatyalarından kafasına taç yapmayı, ormanda bulduğum kırılan ağaç dallarından bize gizli kulübe inşa etmeyi bilirdim. Ah..unutmadan, gelinciklerin kokusunu da tarif edebilirdim isterseniz. Sehun çok seviyor.

Ama benim için kafi olan bu durum onun için yeterli gelmiyordu. Şehre gitmek, ipek kıyafetlere bürünmek, sefa içinde yaşamak istiyordu. Bunalmıştı küçük köyümüzdeki sıkıcı hayatımızdan.

"Bize neden saraydan yer versinler Sehun? Hiçbir alakası yok bunların." Yarışmaya katılan herkesi sarayında barındıracak kadar cömert miydi şu meşhur prens? Hiç sanmıyordum.

Hayal aleminden çıkıp bana çevirdi kafasını. Gözlerinde bıkkın bir yansıma vardı.

"Tanrım.. Sen hiç dinlemiyor musun beni?" Dinliyordum fakat onun beni dinlediği konusunda şüpheliydim.

"Sen bizim saraydaki kalıcılığımızı sağlayacaksın Chanyeol. O yarışmayı sen kazanacaksın." dedi kendinden emin bir şekilde. Ben bile böylesine güvenmiyordum kendime. Dedikleri akla mantığa uymuyordu. Bir varsayım uğruna yaşadığımız topraklardan uzak düşmenin neresi mantıklıydı?

Onun ise gözü karaydı.

"Benim kazanacağımdan nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?" diye sordum. Ülke sınırları içerisinde o kadar çok alfa vardı ki benim birinci olma ihtimalim binde bir bile değildi.

Bedenini tamamen bana döndürerek omuzlarımı kavradı. Ne yapıyorsun dercesine baktım ellerine.

"Şu omuzlara bak." dedi sıkarak. Gerildim. Bana bu kadar rahat dokunuyor oluşu her seferinde teklememe sebep oluyordu, haberi yoktu. "Taşıyamayacağı yük yok."

Vardı. Omuzlarım bazı küçük sırlarımı taşıyamıyordu oysa.

Parmakları usul usul gezerek kollarıma indi.

"Şu kaslara bak, taşı sıksan suyunu çıkarırsın." dedi gözlerini belerterek. Abartıyordu. Tamam bir alfa olarak doğduğum için güçlüydüm, inşaat ustası babamla birlikte taşıdığım kerpiçlerden dolayı kaslarım da gelişmişti ama şehirde benden çok daha fazlaları olduğuna kalıbımı basabilirdim.

Kollarımdaki elini aşağı sürükleyerek göğsümde gezdirmeye başlayınca durdurdum onu. Tehlikeli sularda yüzüyordu.

"Bu yarışmada güç tek başına kafi olacak mı Sehun?" dedim oturduğumuz yerde ondan hafifçe uzaklaşarak. Niyetim konuyu değiştirmekti. "Ben ilim kitap bilmem."

Yarışmanın amacı neydi onu bile tam bilmiyorduk üstelik. Prensin yarışma düzenlediğini duyan Sehun tellalın dediklerinin devamını duyamamıştı, meydandaki kalabalıktan, öyle diyordu. Köyümüzün erkeklerinin de ilgilendiği yoktu bununla. Galiba çoğu beta olduğu için ilgilerini çekmemiş olmalıydı. Benim de çekmiyordu ama işte Sehun..

Yes My Prince!Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin