Tuhaf bir hiyerarşi sistemi vardı bu diyarlarda. Kraliyet ailesi mensupları en tepede yer alırken saray erkanını oluşturan isimler ikinci sırayı kapıyordu. Sonrasında da şehirliler ve köylüler diye ayrılırdık. Bunda bir tuhaflık yoktu. Tuhaf olan kısım şuydu ki her kesim kendi içinde yeniden sınıflandırılıyordu. Bu sınıflandırılmayı da kimliklerimiz belirlerdi. Alfa, omega ve beta olmak üzere üç sınıfa ayrılan kimliklerimiz. Eğer yeterince güçlü bir alfaysanız sizinle aynı kesimdeki bir betadan daha fazla saygı duyulan, sizden bir üst sınıf herkesten de daha aşağıda olan bir konumdaydınız.
Lakin bu kurallar bizim köyde geçmezdi. Hepimiz kraliyet yönetimine bağlı olsak da biz birbirimize biçtiğimiz değere göre davranırdık karşımızdakine, işine veya kimin kanından olduğuna göre değil. Omega olan Sehun'un gecenin bir vakti ormanda gezmesi tehlikeli değildi misal, o köyümüzün neşesiydi hiçbir alfa zarar vermezdi ona. Ya da beta olan ablam alfa eşinin hizmetkarı sayılmıyordu. Dediğim gibi tek kıstasımız sevgiydi.
Burada ise farklıydı durum. Hanedan üyeleri meydandan epey yüksekteki divanlarında oturuyor, saray çalışanları onların çevresinde pervane oluyor ve bizler de denilenlere uymak üzere bekliyorduk. Şaşırmamıştım, zira beklediğim tam olarak böyle bir muameleydi. Beni şaşırtan şey divanda oturan hiçbir hanedan üyesinin abartıldığı kadar güzel olmamasıydı. Tamam, bununla ilgilenmiyordum ancak başımı kaldırdığım anlık zaman diliminde de prensin hangisi olduğunu görmek istememiş de değildim. Düzenlediği yarışma uğuruna Sehun'un beni sürüklediği uzak diyarlardaki meşhur prens kimdi görmek istemiştim.
"Şans seninle olsun Chan." Sehun kolunu boynuma dolayıp geri çekildi. Yapmacık bir gülümseme yerleştirdim çehreme.
"Şans istemiyorum güzelim, şu lanet sıcakta yapılan aptal yarışmanın bir an önce sona ermesini istiyorum yalnızca." dedim dişlerimin arasından. Sıkılmaya başlamıştım.
"Haklısın şansa ihtiyacın yok, ben şuradaki seyircilerin arasından izleyeceğim seni." Beni kulaklarıyla dinlemediğine emindim. Bir şey dememe vakit bırakmadan yanımdaki esmere bir bakış atıp "Sana güveniyorum hyung." diyerek toz oldu. Hyung mu?! Çok hızlı benimsemişti bu yalanı. Yüzümde asılı kalan eğreti gülümsemeyle önüme döndüm. Neden buradan arzuladığım kadar hızlı çıkamayacağımızı hissediyordum?
"Topraklarımızın genç alfaları!" diye bir ses yankılandı meydanda. Başımı kaldırdım. Kafasında püsküllü bir başlık olan herifin teki yüksek sesiyle yarışmanın kuralarını anlatmaya başladı.
"Yarışma sırasıyla Krat, Stratos ve Phos adı verilen üç evreden oluşacaktır! İlk evre, Krat Evresi için ön koşullar yarışmacının hiçbir sağlık sıkıntısının olmaması ve alacağı zarara karşın gönüllü olmasıdır. Rızası olmayan geri çekilsin, kalanlar öne çıksın."
Şöyle bir göz gezdirdim çevrede. Buradakilerin bana verebileceği zararı tarttım kafamda. Sonra da bir adım attım öne doğru. Yanımdaki esmer hiç tereddütsüz atmıştı o adımı. İşinden sahiden de nefret ediyor olmalıydı.
"Âla." dedi adam her birimizin üstünden geçirerek bakışlarını. Hemen ardından da çan ikinci kez çaldı ve ilk evre başlamış oldu.
İkili gruplara ayrılarak sıraya geçtik. Oyun basitti. Karşımızdaki kişinin yani rakibimizin sırtını yere getirdiğimizde bitiyordu iş. Hiçbir sınır ve kural da yoktu üstelik. Bir taraf pes edene kadar sürüyordu güreş.
Rakibim olacak gence baktım. Sırıtmamı zor saklıyordum, şanslı günüme denk gelmiştim galiba. Boyu yaklaşık omzuma gelen zayıf alfanın çatık kaşları ise onun bu eşleşmeden memnun olmadığını gösteriyordu. Eh, benim elimde olan bir durum değildi. Meydandaki diğer gruplara baktığımda çoğunun bizim gibi ayrıldığını gördüm. Bunun altında yatan tek bir anlam vardı; cüssesi yeterli bulunmayanlar ilk aşamada elenecekti. Adil bir yarış değildi lakin umursamadım. Hatta daha küçük gövdeli olmayı diledim. O vakit bu saçmalıklarla uğraşmama lüzum kalmazdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yes My Prince!
FanfictionGüzelliği dillere destan bir omega olan Prens Byun Baekhyun dört bir yana yapacağı yarışmanın haberini salar ve topraklarındaki tüm alfaları toplar. chanbaek&sekai Yetişkin içerik