21

552 82 82
                                    

"Oğlum bırak yahu şu işleri, içeride Prens Hazretleri varken uygun düşer mi hiç?"

Babam kapının ağzından fısır fısır konuşurken pek de aldırış etmiyordum ona. Görmeyeli bir hayli yaşlanmıştı ve bu süreçte ona asla yardım etmemiş olmanın verdiği suçluluk hissi canımı sıkıyordu. Bütün işlerle bir başına ilgilenmek zorunda kalmıştı şu ihtiyar haliyle. İnşaat işi, bahçe işi, köy halkının sorunları derken iyice yıpratmıştı kendini. En azından buradayken bir ucundan tutmama müsaade etmeliydi.

"Sen içeri geç baba, hemen halledip geliyorum."

Baekhyun hala uyuyordu, buranın havası onu biraz çarpmıştı. Şehirdekinden farklı, daha nemli ve sıcak bir hava hakimdi Ludia'da. Benim doğup büyüdüğüm topraklar olduğundan alışıktım. Yine de sırtımdan akan terden memnun olduğumu söyleyemeyecektim. Güneşin yakıcı sıcağı altında odunluktan aldığım tuğlaları bahçeye doğru taşımak benim için bile kolay değildi. İklimin son zamanlarda sürekli değişim göstermesi yağmur yağışında artışa sebep olduğundan evin damının su akıtmaya başladığını söylemişti babam. Ben de uyanır uyanmaz bu işin başına koyulmuştum.

Terden ıslanan şile gömleği çıkarıp soluklandıktan sonra merdiveni çatıya doğru dayıyordum ki kapının gıcırtısıyla bıkkın bir nefes verdim. "Baba halledince geleceğim dedim ya!"

"Ne yapıyorsun?"

Duyduğum ince sesle anında o tarafa dönerken yataktan yeni çıkmış haliyle kapıda dikilen Prensimi gördüm. Saçları birbirine karışmışken gözleri hafif kısıktı. Üzerindeki saten sabahlığın pek de buralara hitap etmediğini daha sonra söylerdim.

"Çatıda bir sıkıntı varmış onu tamir edeceğim. İçeride bekleyebilirsin, sıcak geçmesin başına. "

Omuz silkip kapıyı kapattı ve yanıma geldi. "Bir şey olmaz, seni izlerim hem."

Elimle saçlarını düzeltmeye çalışırken güldüm. "Ne yapacaksın beni izleyip, ustalık mı öğreneceksin?"

Başını havaya dikip sevimli bir meydan okumayla baktı gözlerime. "Öğrenemez miyim?"

"Öğrenirsiniz Prensim, gayet tabii." dedim elini tutup tuğlaların yanına çekerken. "İlk olarak şu tuğlaları kenara çekiyoruz." Beni dikkatle dinlerken sırıttım. "Sonra da," Belinden tutup kaldırdığımda kısık bir çığlık attı. "Sonra da açılan boşluğa Küçük Prensi koyuyoruz."

"Yah! Chanyeol-ahh..." Elini ağzına kapatıp kıkırdarken ben de güldüm.

"Şimdi de-"

Dış kapının açılmasıyla lafım bölünürken Baekhyun'un meraklı gözleri avluya giren kişilere takıldı.

"Chanyeol Oppa! Geldiğini işitir işitmez yanına geldik."

Tiz bir sesle adımı söyleyen kızı çıkaramamıştım. Yanındaki kişi ise babamın dostlarından biriydi. Ah, yanlış hatırlamıyorsam bu kızın da babasıydı aynı zamanda.

"Hoş geldiniz." dedim öne çıkarak. "Nasılsın Sanghoon Amca?"

"Halimiz vaktimiz yerinde evlat. Seni sormalı? Neredesin bunca zamandır?"

Köy halkının ne kadar meraklı olduğunu unutmuş olmalıydım. "Şehirdeydim." derken adını anımsayamadığım kız lafa atladı.

"Şehir nasıldı? Çok güzel miydi? Savaşa katıldığını söylüyorlar oppa. Doğru mu? Yaralandın mı? Ne zaman  döndün, dün mü?"

Elimi kaldırıp gülerek susturdum onu. "Büyüdükçe iyice meraklı bir kız olmuşsun başımıza. Nefes al ufaklık."

"Ufaklık mı?" Bozulmuş bir tavırla babasına bakarken kaşlarımı kaldırdım. "Büyüdüm ben." dedi, sonra da utangaç bir edayla başını eğdi. "Gerçek bir omegayım artık hem de."

Yes My Prince!Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin