14

1.4K 108 108
                                    

Gecenin lacivert yansıması, dalların silik gölgesini beyaz suratına düşürüyor, ay ışığı çillerini okşarcasına yanaklarında parlıyordu. Orman o kadar sessizdi ki kulağıma dolan tek ses kalbimin gürültüsüydü. Nasıl olmuştu, ne yapmıştı bilmiyorum fakat gönlüm bu çilli omegaya iki yüz yılda bir gerçekleşen, bizim topraklarımıza uğramadığı için hiç göremediğimiz mucizevi güneş tutulması gibi tutulmuştu.

Gece yarısı odasında beni beklemesini söylemiştim. Her zamanki gibi başta nazlansa da saatin tokmağı on ikiye vurduğunda yatağına oturmuş beklerken bulmuştum onu. Hızlı olmamız gerekiyordu. Kimliğim her an ifşa olabilir, muhafızlar anında peşimize takılabilirdi. Bu kin yuvası saraydaki görevim kısa sürmüştü.

"Chanyeol'e haber vermedim." demişti saraydan çıkacağımız sırada. Sesindeki hüzün kırıklarının çıkardığı çatlamayı duyabiliyordum. Pekala, onu kimseden koparmaya çalıştığım yoktu. Bencil bir adam değildim.

"Geri dönmek için geç değil sarışın, seni zorla kaçırmıyorum."

Bakışlarını kaçırıp dolan gözlerini gizlemeyi seçmişti. "Lakin bir mektup bıraktım ona." Ve kendi kendine birkaç mırıldanma daha bırakırken istediği şeyin burada kalmak olmadığını anlamak zor değildi. Abisiyle arasında ne yaşanmıştı bilmesem de Sehun yollarını ayırmayı tercih ediyordu. Benim yolumu yürüyeceksek elini bırakmazdım.

Şimdi ise iki saatlik yolculuğun ardından ormanın içinde ıssız bir köşeyi dinlenme yerimiz seçmiş, soluklanıyorduk. Lakin çilli için yorucu bir gün olsa gerek beş dakika bile olmadan uyuyakalmıştı. Başı omzumda, sarı saçları çenemi gıdıklıyor ve iç ferahlatan hoş kokusu çiçeklere meydan okurken ben de gökten yıldız düşmüş gibi yanağına yayılmış çillerini izliyordum.

Ülkeme henüz kesin dönüş yapamazdım, halletmem gereken işler bitmemişti. Luhan Aprikus'un komutanını oyalama görevini üstlenirken kendisini casus diye feda etmiş benim kaçmama olanak sağlamıştı. Benimse eylem adamı olma vaktim çoktan gelmişti. Adımlarımı hızlandırmam gerekiyordu. Noktis karanlığa mahkum olmayacaktı daha fazla.

Omzumda hissettiğim kıpırdanmayla hafif rüzgarın yaprakları kıpırdatışını izlemeyi bırakıp sarışın omegaya döndüm. Burnunu boynuma sürtüp kedi gibi mırıldanırken koluma sarıldı uyku sersemliğiyle. O kadar şirin görünüyordu ki onu içime katmamak için zor tutuyordum kendimi.

"Hmm.. Soğuk.."

Onu biraz daha kendime çekip sıkıca sardım bedenini. Alfa kanımın sıcaklığı ikimize de yeterdi. Orman geceleyin serin oluyordu.

Sabaha dek kulağım en ufak çıtırtıya bile duyarlıyken hazır ol konumda bekledim. Temkinliydim zira küçük bir pürüz dahi sonumuzu getirecek yayı gererdi. Uzaklardan gelen er sesleri duysam da tehlike yamacımıza yaklaşmamıştı henüz. Sabahın ilk ışıklarıyla zırhımı kuşanıp Akina'nın yularını taktım. Sehun ise mataradaki suyu yüzüne çarpmakla meşguldü. Sarı buklelerini hafifçe ıslatıp bandanasını taktı ve yanıma geldi. Pelerinimi kavrayan ince parmaklarına baktım.

"Ne oldu çilli?"

Alt dudağını içine çekmişken kararsız gözlerini yerde gezdiriyordu. Bir sıkıntısı vardı ama dillendirmeye çekiniyor gibiydi. Onun herhangi bir şeyden çekiniyor olmasına şaşırırken Akina'yla ilgilenmeyi bıraktım.

"Sorun ne güzelim?"

"Nereye gideceğiz şimdi?"

Pekala, bu soruya kesin bir yanıtım yoktu. "Bir süre bu toprakların dışında saklanmamız gerekecek." Artık Aprikus'un sınırlarından çıkma vaktiydi.

Yes My Prince!Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin