Gökyüzü yırtılmış, gün mavinin en keşmekeş rengine bürünmüştü. Kuşlar susmuyor, çanlar saat başı çalıyordu. Öyle bir karmaşa hakimdi ki etrafta başım dönmeye başlamıştı artık.
Kralın hiç beklenilmeyen sefer kararı büyük yankı uyandımıştı ülkede. Olaylara pek hakim değildim, kime karşı ne için sefer düzenlenildiğini bilmiyordum. Şu an umurumda da değildi açıkçası. Benim tek merak ettiğim Prensin nerede olduğuydu. Sabah odadan ani çıkışına anlam veremediğim gibi saatlerdir de haber alamıyordum kendisinden. Ortadan kaybolmuştu adeta. Onun da babasının yanında sefere katılmış olduğuna inanmak istemiyordum. Zira görülmüş şey değildi omegaların savaşması. Ordu alfa ve betalardan oluşurdu.
"Kibum Efendi!" Küçük Prensin şimdiye kadarki saray eğitiminden sorumlu, çoğu zaman çevresinde gördüğüm adam önümden geçerken durdurdum onu. Aceleci adımlarını kesip bana döndü.
"Buyur damat?"
"Neler oluyor? Küçük Prens nerede?"
Memnuniyetsiz bir bakışla baştan aşağı süzdü bedenimi. "Eşinin nerede olduğunu bana mı sorarsın?" diye söylendi ağzının içinde. "Veliaht Prens hazretlerinin kesin buyruğu vardır, bilgi veremem kimseye." dedi ardından. Yoluna kaldığı yerden devam ederken afallayarak baktım arkasından. Tanrı aşkına bana neyin haberi veriliyordu ki bunu bileyim?
Üç gün. Bitmek bilmeyen üç koca gün.
Baekhyun yoktu. Prens Baekhyun o sabah odadan çıktığı gibi kaybolmuştu gözden. Sarayda girmediğim delik kalmamış, yine de tek bir haberini işitememiştim. Kafayı yiyecektim. Kokusunun yokluğu alfamı sınıyordu. Savaşın kara dumanları ise hala dolanıyordu havada. Sonradan öğrendiğim üzere savaştan çok istila sayılırdı bu gerçi. Kral, Noktis topraklarını işgal etmişti. Ben orduya çağrılmamıştım. Henüz gerekli eğitimi almadığımı, saray damadının sıradan bir er gibi savaşamayacağını söylemişler ve beni olayların dışında tutmuşlardı.
"Yemek hazır efendim, buyurun."
Kapının ne zaman açıldığını bile duymazken kurulu sofrayı gösteren hizmetli kıza baktım.
"Sen başla Sehun." dedim günlerdir doğru düzgün bir şey yemeyen arkadaşıma dönerek. Evet, olanlardan sonra onu yalnız bırakmamıştım. Hoş, tam olarak ne olduğunu bilmiyordum ama ülkedeki durumun elzemliği dedikoduları unutturmuştu en azından. Yine de Sehun o günkü gibi durağanlığını koruyordu. Onu böyle görmeye alışık değildim. Jongin denen herif yüzünden bu halde olduğunu düşünsem de o da ortada yoktu büyük ihtimalle asker olduğu için.
"Bana söyleyeceğine sen ye bir şeyler." diyerek susmayan iç sesimi böldü Sehun. "Koskoca Prens ne olabilir ki ona, boşa endişe ediyorsun."
Koskoca gördüğü kişi benim Küçük Prensimdi. Asla göründüğü gibi şatafatlı olmayan sarayın kırılgan prensi..
"Bilmiyorum Sehun hiçbir şey bilmiyorum." dedim çaresizliği iliklerimde hissederken. Oflayarak elindeki kaşığı bıraktı.
"Büyük ihtimalle bir yerlerde güvende tutuluyordur."
Dediği şey ne kadar akla uygun olursa olsun benim içim rahat etmiyordu. O da bunu biliyor olacak ki başka bir şey demeden önündeki yemeklerle oynamaya devam etti. Sonrasında da birkaç kaşık alıp kalktı sofradan.
İki gün daha geçmiş, saray yeni ve kasvetli bir sabaha daha uyanmıştı. Uzayıp alnıma dökülen saçlarımı geriye tarayarak yüzüme su çarptım. Çok değil kısa bir zaman önce köyde kuyudan eve su taşırken şimdiki endişelerim ne kadar da tuhaftı. Hayat hem bana hem de Sehun'a farklı yollar sunmuştu. Uykusuz gözlerle odada onu ararken pencerenin önünde bahçeyi izlediğini gördüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yes My Prince!
FanfictionGüzelliği dillere destan bir omega olan Prens Byun Baekhyun dört bir yana yapacağı yarışmanın haberini salar ve topraklarındaki tüm alfaları toplar. chanbaek&sekai Yetişkin içerik