Bir çift el göğsüme çöreklenmiş ve sıkıştırıyormuş gibi hissederken ne başımı kaldırdım ne de gözlerimi açtım. Kıpırdayamıyordum. Sizi temin ederim ki parmağımın ucu bile oynamıyordu. Varlığını bütün hücrelerimde duyumsadığım omeganın asil feromonları o kadar güçlüydü ki en ufak bir hareketimde beni tutsak edecekmiş gibi hissediyordum.
Çenemde dolaşan ince parmaklarla duvarı göçertecekmişçesine geriye bastırdım sırtımı.
"Yüzüme bak." dedi sakin bir sesle. Lakin o sakinliğin altından esen rüzgarlar iliğimi üşüttü. Başımı kaldırıp bakmadım yüzüne. Zira biliyordum ki bunu yaptığım an beni avuçlarında hiç eder, küle çevirirdi. Beni yakacağını ilk geceden söylemiş olsam da onu hafife aldığımı yeni fark ediyordum. Çok mu kurnaz sanmıştım ben kendimi? Aptalın tekiydim.
Alaycı bir gülüş bıraktı. Görmesem de tınısından anlayabiliyordum. Ardından çenemi kavrayan parmakları boynuma indi, pelerinimin yakasında tur attı usulca. Dişlerimi sıktım. Şu an dilediğim tek şey bu odadan kaçmaktı. Hayır! Asıl en başında gelmemeliydim buraya, yanlış yapmıştım. Hiç atmamalıydım onun kıyısına adımlarımı.
Eli pelerinimin yakasını gevşetiyordu ki, "Durun." dedim kafamı kaldırarak. Bakışlarımı gözlerinden ayırmadım. Siyah harelerinde kızgın bir buz kütlesinin alev alışına şahit olduğum gözleriyle karşılık verdi bana.
"Lafa gelince yiğit, eyleme dökmeye kalkışınca korkaksın ha?" dedi hırsla.
Kaşlarımı çattım. Bunun adı korkaklık falan değildi. İnatçı fakat titreyen göz kapakları asıl bu işe kalkışan bedeninin ne kadar gönülsüz olduğunu gösteriyordu. Şayet en başında aralasaydım gözlerimi, kokusu üzerimde egemenlik kuran bu prensin gözü kara cesaretinin bir maskeden ibaret olduğunu daha hızlı anlamış olabilirdim. Beni köşeye sıkıştırdığı bir gerçekti lakin gözden kaçırdığı naçizane bir detay daha vardı ki o da bu müşkül vaziyette kendisinin de benden bir farkının olmamasıydı.
Yakamdaki ellerini nazikçe kavrayıp indirdim. Öylesine büyük bir çatışma içerisindeydim ki şu an diğer kimliğimle, içimdeki ilkel alfa onu belinden kavrayıp arkasındaki yatağa yatırmamı söylerken irademin son kırıntılarıyla sırtımı yasladığım duvardan yana kaydım hafifçe. Bunu yaparken çıplak bedenine dokunmamak için sarf ettiğim gayrete rağmen böylesi bir yakınınlıktayken birbirine sürtünen omuzlarımız kaçınılmaz oldu. Derin bir nefes alıp havaya diktim gözlerimi. Tanrım.. Biliyorum kabahat işledim lakin bu ceza yasak elmadan farksız bir cehennem davetiyesi.
Aldığım nefes, kokusunu ciğerime doldururken itiraz dolu bir sızlanma bıraktım ona bakmadan. Adım gibi emindim ki biliyordu, beni nasıl alt ettiğinin, yere serdiğinin farkındaydı.
Ancak durmadı. Kolunu yeniden duvara yaslayarak kıskacı altına aldı vücudumu. "Hani istiyordun beni, neyin tereddütüdür bu?" dedi dalga geçer gibi. Çenesinde dolanan, gözlerine bakmaktan çekinen bakışlarımı yukarı çıkardım, yüzümden ayırmadığı gözleriyle buluşturdum.
"Çocukluk etmek manasız Prensim. Bu lüzumsuz oyunu uzatmaya hacet yok." Çatılmış kaşlarıyla ağzını açacakken yeniden yana kaydım, geri çekildi bu sefer.
"Çocukluk eden ben değilim, evvela sen başladın buna, ben..ben söyledim sana.." Yere eğilmemle kelimeleri birden telaşa bürünürken titreyen çıplak bacakları çekti dikkatimi.
"Şşşt, sakin olun Prensim." dedim yerdeki kaftanı alırken. "Size dokunmayacağım." Tekrar doğrularak kırmızı kaftanı omuzlarından geçirdim. "Sizin de rızanız yok, bir son verelim buna."
Bir kez olsun tenine indirmediğim bakışlarımı gözlerinden ayırmadan düğmelerini ilikledim. Önce sesini çıkarmadan hırsla yüzüme baktı sonra hışımla itti elimi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yes My Prince!
FanfictionGüzelliği dillere destan bir omega olan Prens Byun Baekhyun dört bir yana yapacağı yarışmanın haberini salar ve topraklarındaki tüm alfaları toplar. chanbaek&sekai Yetişkin içerik