Yorum yapmayı unutmayalım lütfen, keyifli okumalar canım okurlar..
Masmavi gökyüzü, mis kokulu çiçekler, ağaçların arasından yansıyan gün ışığı ve hafif bir meltem. Gözlerimi kapatıp kulağımı okşayan su sesini dinledim. Saraydan ne kadar uzaklaşmıştım bilmiyorum ama bir nehir ya da göl kıyısındaydım galiba. Beni kıskaca sokmuş gibi daraltan o görkemli koca yerden ayrılmak bir nebze olsun ferahlatmıştı yüreğimi. Hiç mi hiç istemiyordum geri dönmek. Ne Sehun'un ağlamaklı suratını görüp onu affetmek ne de Prens bozuntusunun iğneli laflarını dinlemek istiyordum. Hele de kraliyet ailesiyle sofraya oturmak en korkutucu olanıydı. Alışık değildim ki ben öyle ortamlara, nasıl oturulur, nasıl tutulur kaşık yahut ne denilir hiçbir şey bilmiyordum. Ve öğrenmeye de azıcık dahi hevesim yoktu.
Güneş yavaştan rengini değiştirmeye başlamışken bir yaprak düştü suratıma. Kalk artık diye uyarmaya çalışıyordu sanki beni. Kalkmadım. Çaresiz bir inatlaşma içindeydim. Bir dakika daha diye oyalanıp duruyordum yattığım yerde. Ancak gökyüzü turunculuğunu da kaybetmeye başlayınca ayaklandım. Tamam saraydan haz etmiyordum ama hiç bilmediğim bu diyarda kaybolmak da isteklerimin arasında değildi.
Çimlere serdiğim pelerini alıp geldiğim yolu geri yürümeye başladım. Sandığımdan daha fazla uzaklaşmış olmalıydım zira saraya dair en ufak bir iz görünmüyordu ufukta.
Uzaklaşmamışım. Kaybolmuşum.
Saptığım her yeni yol daha da uzaklaşmama sebebiyet verirken kuşların cıvıltısından farklı hayvan sesleri duydu kulaklarım. Alfam tehlike çanlarının sesini işitmiş, kanımı kaynatmaya başlamıştı. Bir an önce saraya dönmezsem ormanda yaşanacak bir boğuşma kaçınılmaz olacaktı. Üstelik buradaki yırtıcıların türünü bile bilmiyordum. Köyümdeki bütün hayvanlarla geçinmesini bilir, damarlarına basmazdım. Lakin buradakiler kokumu alınca nasıl tepki verir hiçbir fikrim yoktu.
Görüş mesafemi genişletip çevreyi taradım. Sonunda yanan bir meşale gördüğümde rahatlamış bir nefes verdim. Öyle her şeyden korkan biri değildim fakat durup dururken canıma kast edecek kadar yiğitlik yapmak da yersizdi bana göre. Rüzgarın neden olduğu ağaç hışırtılarını saray muhafızlarının gür sesleri bastırdı. Sonunda adımımı atmıştım meydana.
Muhafızlardan biri fazlasıyla tanıdık gelirken kaşlarımı çattım. Jongin'di bu. Evet Sehun'u tehdit eden o densiz. Onun bakışları da benimle kesişirken göğsümü baskılayan bir endişe çöreklendi içime. Sehun. Ona bir şey mi yapmıştı? Tanrı aşkına neden buradaydı bu lanet herif!?
Adımlarımı ona doğru atıyordum ki başını çevirip görmezden geldi beni. O sırada diğer muhafızlar farkıma varmıştı.
"Ne geziniyorsunuz bu vakitte bir başınıza?" diye sordu içlerinden biri. Bana saygı göstermek zorundalarmış ama bundan hiç hoşlanmıyormuş gibiydi sesi de tavırları da. Ona cevap vermeden yeniden Jongin'e çevirdim yönümü.
"Jongin." dedim dişlerimin arasından. "Gelsene sen benimle bir."
Gözlerini devirip memnuniyetsiz bir bakış attı bana. Ardından yanındaki askerlere eğilip bir şeyler söyledi. İçimden Sehun'un odasında olması için dua ediyorken bir yandan da koca sarayda ona bir şey yapamayacağını düşünüp kendimi rahatlatıyordum.
"Gidelim." diyerek geldi yanıma en sonunda. Kolunu tutup kimsenin göremeyeceği bir yere çektim onu. Tek bir hamlede tutuşumdan rahatlıkla kurtulabilirdi ama sessiz kaldı.
"Neden buradasın? Niyetin ne, elenmedin mi sen, hala neyin peşindesin, Sehun'a-" Ardı arkası kesilmeyen sorularımı kısık sesli bir kahkahayla kesti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yes My Prince!
FanfictionGüzelliği dillere destan bir omega olan Prens Byun Baekhyun dört bir yana yapacağı yarışmanın haberini salar ve topraklarındaki tüm alfaları toplar. chanbaek&sekai Yetişkin içerik