27 yaşına gelmiş, çok savaşlar görmüş, çok zaferler kazanmış, tek sözümle kılıçlarını çekecek olan binlerce askerli güçlü bir ordunun başındaki adamdım. Mağlubiyet pek çalmazdı kapımı. Lakin bu toprakların lanetinin ilk günden işime çomak sokması hesaba katmadığım bir hadiseydi. Veledin tekinin başıma bela olacağını bilmeden meydanı gözlüyordum o gün.
Bu gece. Bu gece yakacaktım ihtilal meşalesini.
"Tebrikler, tıpkı bir süvari gibiydin." Her şeyden bir haber bana şaşkın gözlerle bakan kamuflajıma döndüm gülümseyerek. Bu köylü gençler epey saftı.
"Amcam eski askerdi, birkaç şey öğretmişti bana da." Eh, pek de yalan söylemiş sayılmazdım. Amcam, kralın sağ kolu aynı zamanda da generaldi.
Yarışmacıların arasına bu kadar hızlı karışabileceğimi düşünmüyordum aslında. Ancak bu uzun boylu, kalıplı delikanlı hiç sorgulamadan kaynaşıvermişti benimle. Diğerlerinden daha güçlü olsa da rakibim olarak görmüyordum onu. Çünkü buradaki bütün alfalar gibi o da eğitimsizdi. Son evrede eleneceğinden adım gibi emindim. Bu yüzden yanındaki sarışının gözleri fena baksa da zararsız eleman olduklarını varsayıp dikkatsiz davrandım. Aklımı sikeyim!
O sarışın.. Bütün planlarımı alt üst eden o sarışını mahvedeceğim!
Misafir katında bana ayrılan odaya girdiğimde sarayın bütün odalarının nerede olduğunu çoktan biliyordum esasında. Tek bir oda hariç.. Etrafı kolaçan edip yatağa oturdum. Perdenin arkasından hançerli bir muhafızın çıkıp üstüme saldırması şaşırtıcı olmazdı. Ya da masanın üstündeki tütsüden zehir yayılması.
Dakikalar geçtikçe gecenin saraya çökmesini bekledim. Dışarıdan gelen tıkırtılar azaldığında perdeyi çekil pencereden dışarı baktım, yalnızca birkaç meşale yanıyordu. Vakit gelmişti.
Temkinli adımlarla odadan çıktım ve merdiven başındaki mermer sütuna doğru yürümeye başladım. Her türlü dış etkene karşı tetikteydim. Adımlarım öylesine sessizdi ki benim kulağıma bile ilişmiyordu. Önüne hiç bakmadan merdivenlerden inen hizmetkarın beni fark etmemiş olması da gayet normaldi bu yüzden. Yerimden çıkmadan kolunu tutup kendime çektim onu. Gözleri kocaman olurken atacağı tiz çığlığı ağzına kapattığım elimle engelledim. Karanlığa alışan gözlerini kırpıştırdı birkaç kez, beni tanıdığı anda gözleri daha da büyüdü. Geri çekildim.
"Ooo." dedi sırıtarak. "Teşrif edebildiniz sonunda komutanım, gözüm yollarda kalmıştı."
"Gevezelik yapmaya vaktimiz yok Luhan." dedim önümde alayla eğilen kumralı kaldırarak. Önce oflasa da sonra etrafa bakınıp kimsenin olmadığını anlayınca fısıltıyla anlatmaya başladı.
"Prensimizin babasıyla araları bozuk. Sabah fena bir kavga ettiler, seslerini hepimiz işittik. Kral onu saraydan sürmekle tehdit etti, bir daha baş kaldırırsan kaldıracak başın kalmaz diye de ekledi." Yüzümü buruşturdum. Bunun bir tehditten çok daha fazlası olduğunu biliyordum, o cani herif ekin biçer gibi insan biçmekten büyük bir zevk alıyordu. O aptal prens sesini kesmeli ve benimle evlenmeliydi.
"O sonraki mevzu. Önce şu meseleyi halletmem lazım gelir. Son evrede çıkacak sualleri getireceğin söylendi." dedim elindeki zarfa bakarak. İşimi kör talihe bırakamazdım.
Zarfı arkasına saklarken sırıttı. "Kim demiş? Bana komutan seni kaçırmaya gelecek diye haber geldi."
Bir dakika dahi ciddi kalamıyordu. Hangi akla hizmet onu saraya casus yaptıklarını sorgularken sonrasında ne kadar uyanık ve çevik bir asker olduğu hatrıma düştü. Doğru ya, bizzat ben öne sunmuştum bu fikri.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yes My Prince!
FanfictionGüzelliği dillere destan bir omega olan Prens Byun Baekhyun dört bir yana yapacağı yarışmanın haberini salar ve topraklarındaki tüm alfaları toplar. chanbaek&sekai Yetişkin içerik