Sabah uyandım ve her zamanki şeyleri yapıp aşağı indim. Koltuğa kendimi attım ve düşünmeye başladım. Şaka şaka. Bir şey düşünmüyordum. Başım çatlıyordu. Bir şey düşünemiyordum. Kulaklarım ve dişlerim sızlıyordu. Duş almalıydım. Evet, duş almalıydım.
Yukarı uyuşuk hareketlerle çıktım ve hazırlanip kendimi banyoya attım. Sıcak bir duşun ardindan yavas yavaş eşofman takimimı giydim. Telefonumu da alıp salona geçtim. Kendimi koltuğa attım ve telefonumu açtım. Instagram a gectim. Yine aynı şeyler vardı. Eray'ın Instagram ına baksam iyi olur diye düşündüm. Tam arama tuşuna basıyordum ki telefonum çaldı. Arayan babamdı. Kabul ettim.
"Alo?" Sesim yorgun çıkmıştı.
"Serenay, kızım nasılsın?"
"Biraz başım ağriyor baba sen nasılsın?"
"Iyiyim," dedi. "Sana bir şey söyleyeceğim." Hayırdır inş.
"Söyle baba?"
"Biletlerini aldım, Almanya'ya geliyorsun. Benimle birlikte çalışacaksın. Bu senin için daha iyi olacak." Ne? Hayır, ben birada mutluyum. Tamam, belki daha iyi olacak ama ben burada mutluydum. Ağlayabilirdim.
"Baba?" Sesim kısık çıkmıştı.
"Sana bineceğin saati mesaj atarım." Yıkılmıştım!
"Tamam baba," dedim. Babamı üzemezdim. "Bekliyorum baba."
"Tamam görüşuruz." Cevap vermeden kapattım. Gözyaşlarım gözlerime batıyordu. Boğazımda düğüm oluştu. Daha fazla tutamadım ve ağlamaya başladım. Birkaç saniye sonra mesaj geldi.
" 17.09.2014 Wednesday 02.15 am
From Izmir/Turkey to Berlin/Germany
Xxxx Airport"
Iki gün sonra akşam ikiyi çeyrek geçe gidiyordum. Lanet olsun! Hiçbir şey olmamış gibi herkesi bırakıp gidemem. Özellikle de Eray'ı. Onu affetmiyor olabilirim ama onunla birlikte olmak hoşuma gidiyordu. Eski günler aklıma geliyordu ve bu beni mutlu ediyordu. Sadece Eray'ı değil tabiiki de. Ezgi ve Damla! Onlar olmadan yapamazdım. Beni mutlu ediyorlar. Ayça'yı bile özlerim ben. Kötü biri olabilir ama özlerim. Emir ve Buğra. Ve.. Serkan. Bizi aramıştı. Kim bilir ben gidince ne yapacaktı. Ya da her kimse artık.
Ağlayınca daha çok başım ağırdı. Oturduğum yerden kalktım ve mutfağa doğru gittim. Bir bardağa su doldurdum ve yavaş yavaş yudumladım. İceroden bir ses duyuldu. Telefonum çalıyordu. Bardağı tezgaha bıraktım ve içeri gittim. Arayan Ezgi'ydi.
"Ezgi?"
"Heyooo! Naber, napıyorsun? Belki sana geliriz Damla ile." Tam da zamanı.
"Tabii gelin bekliyorum."
"Tamam bayy!" Kapattım. İçimde o kadar çok ağlama isteği vardı ki... ama o isteği derin bir nefes alarak bastırdım. Yukarı banyoya çıktım ve elimi yüzümü yıkadım. Aşaği indim ve beklemeye başladım.Oturduğum yerde düşünüyordu ki birden zil çaldı. Kapıya gittim ve kapıyı açtim. İkisi birden gülümsüyordu.
"Selam," dedi Damla ve içeri geçtiler. Onlara fazla samimi olmayan bir gülümsemeyle karşılık verdim. Koltuklara oturdular.
"Bir şeyler içer misiniz?" Oldukça mutlu gözükmeye çalışıyordum.
"Hayır, ben istemiyorum," dedi Ezgi arkasına yaslanırken.
"Ben gidip bir su içeceğim," drdi Damla ayağa kalkarken. Mutsuzluğumu asla saklayamazdım. Hemen belli ederdim. Bir dakika sonra Damla geldi ve yerine oturdu.
"Hadi ama biraz canlanın!" Damla hafiften kaşlarını çattı.
"Ben bir şey söyliyeceğim size," dedim ve hafifçe olduğum yerde doğruldum.
"Ne oldu," dedi Ezgi.
"Ben," gözlerim dolmaya başlamıştı, "gidiyorum. Almanya'ya. Babam biletimi almış. Yarın gece gidiyorum." Bunları söylerken yerde belirsiz bir noktaya bakıyordum.
"N-neden?" Ezgi konuşmuyordu sadece yere kaşları çatık bir şekilde bakıyordu.
"Babamla birlikte çalışacağım. Her şey hazırmış." Bir şey demediler. Sessizliği bozan Ezgi oldu.
"Peki," dedi. "Öncelikle, ben vedalaşmaları hiç sevmem. O yüzden şimdi vedalaşalım."
"Tamam," dedim gülümseyerek.
"Hoşça kal, görüşürüz!" Oturduğu yerden gülüp el salladı.
"Görüşürüz," dedim. "Bay bay!" Damla da kocaman gülümsedi.
"Ee, ne yapıyoruz?" Sıkılmıştım ve hareket etmem lazımdı.
"Ben acıktım. Pizza sipariş edelim mi?" Ezgi soraracasına bakıyordu.
"Ben daha kahvaltı etmedim hem saat daha erken," dedim mızmızlanarak.
"Saat 15.46," dedi Damla telefonuna bakarak.
"Ben mi geç uyandım yoksa zaman mı hızlı geçiyor?"
"Sen geç uyandın. Haydi arayalım ben akşam yemek yemiyorum."
"Tamam," dedim ve telefonumdan rehbere geçtim. Pizzacı'yı buldum ve Ezgi'ye verdim. Hemen aradı ve siparişi verdi. Sonra telefonumu geri verdi. Pizzamız gelene kadar dedikodu yaptık. Pizzayı yerken bile dedikodu yapıyorduk.
"Eray'a ne zaman söyleyeceksin?" Ezgi ağzındaki lokmatla zor konuşuyordu. Biran duraksadım.
"Bilmeye hakkı var adamın yani. İstersen biz söyleriz," dedi Damla.
"Haklısın. Bilmeye hakkı var. Ben söylerim ona."
"Peki," dedi Ezgi, "ne diyeceksin."
"Almanya'ya gideceğimi söyleyeceğim. Başka ne söyleyebilirim ki?" Elime kolamı aldım ve yavaş yavaş ictim.
"Affettiğini," dedi Damla. Bune demesiyle ağzımdaki kolayı püskürttüm. Halime gülüyorlardı. Öksürdüm.
"Pisli-öhöoömmm. Pislikler," desim ve bir kaç öksürük seansından sonra kendime geldim.
"Haydi Eray'ı ara ve ona her şeyi anlat."
"Telefondan konuşulacak bir şey değil bu," diye karşı çıktı Damla Ezgi'ye.
"Haklısın Damla," dedim. "Ama bugün olmaz."
"Neden olmasın ki? Hem senin için de daha iyi olur."
"Olabilir," dedim. "Ya bir sorun çıkarsa?"
"Ay ne kadar pimpiriklisin ya. Ne olacak sanki. Akışına bırak hayatı," dedi Ezgi.
"Bana bak hele. Ben çok rahatım," dedi Damla.
"Üff tamam. Peki ne yapmalıyım? Hep onu ayağıma çağırdım şindiye kadar. Ona mı gitsem?"
"Evet," dedi Damla. "Cok iyi bir fikir." Ayağa kalktı ve yanima geldi. Korkuyla ona bakıyordum. Kolumdan çekip beni kaldırdı ve merdivene doğru sürükledi.
"Haydi hazırlan. Sade bir şey giy, tamam mı? Aromalı balm sür belki öpüşürsünüz felan." Kolumu bıraktı.
"Ay tamam be," dedim ve yavaşça merdivenleri çıktım.
"Hızlı ol ama," dedi Ezgi.
Hızlı adimlarla odama çıktım ve dolabımın karşısına geçtim. Siyah düz bir tayt ve beyaz üzerinde Jack Daniels yazan t-shirt ümü aldım ve hızlıca giyindim. Saçlarımı sıkıca topladım ve aromalı balm sürdüm. Parfümümü de sıktım ve aynada kendime son kez bakıp odamdan çıktım. Aşağı hızlıca indim ve salondan telefonumu aldım.
"İyi olmuş, sade ve şık," dedi Ezgi.
"Tamam da evi nerede?"
"Ara onu," dedi Damla.
Hemen telefonumu açtım ve rehbere geçip adının üstüne tıkladım. Çalıyor.. çalıyor.. çalıyor...
"Efendim?" Bir heyecan mı bastı ne?
"Selam, Eray. Sana bir şey soracaktım da," heyecandan saçımı parmağıma dolamıştım ve şu an lise öğrencisi gibi göründüğümden emindim.
"Peki, sor."
"Şey, müsait misin?" İçimden müsait olması için dua ediyordum. Gözlerimi sıkıca yummuştum.
"Evet," dedi. Derince bir nefes verdim. Sanırım o da duymuştu.
"Peki, evin nerede?"
"İstersen ben seni gelip alayım, uzak biraz."
"Yok, ben gelirim. Sen bana söyle ya da mesaj at?"
"Tamam, mesaj atarım şimdi. Görüşürüz."
"Görüşürüz," dedim ve kapattım.
"Ya kızlar, ben korkuyorum," dedim kaşlarımı çatarak.
"Sacmalama kız," dedi Ezgi.
"Sen ben bırakıyorum öyleyse," dedi Damla.
"Evet," dedim ve kulaklarımı dolduran bir ses geldi telefonumdan. Eray mesaj atmıştı.
"Gidelim mi?" Sabırsızlanıyordum.
"Tamam," dedi Damla ve birlikte kapıya doğru yürüdük. Arabasına bindik ve ona mesajı gösterdim. Başını salladı ve arabayı çalıstırdı.
"Beni tam kapının önünde bırakma, tamam mı?"
"Emredersin," dedi ve güldü.
"Olayın tümünü detaylarıyla dinleyeceğiz ona göre," dedi Ezgi.
"Tamam," dedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TEKRAR SEVEBİLİR MİSİN? (ASKIDA)
RandomHiç değişmemişti. Eskiden nasılsa şimdi de öyleydi. Gözlerindeki duyguyu anlamış değildim. Doğru ya, beni terk ettiğinde de böyleydi. Acı mı çekiyordu? Yoksa mutlu muydu? Hiç bilmiyordum.