1. Kendine Ağlayan Mimoza.

140 9 170
                                    

NP: İf I killed Someone For You,
Alec Benjamin

<3

26 kasım.

Yaşam ve ölümün arasındaki ince iplerin tek tek koptuğu ve aslında normal bir şehri lanetli yapan o tarih.

Gözlerini ya sonsuzluğa kapayan ya da tamamen kendini ve benliğini unutarak yaşamaya devam edenlerin hikayesinin başladığı tarihti 26 kasım.

Gözler ya sonsuzluğa ya gerçeklere kapandı. Ağ gibi etrafı sarmış yalanlar herkesin gözlerini beyazlıkla boyadı. Öyle ki, herkes ölmeyi tercih etti o kasım ayının kopuk ve kaybolmuş gecesinde.

Gerçekleri bilmeyenler.

Saklayanlar ve saklananlar.

Bir de çoktan yok olanlar.

Herkes kendini sorgulamak zorunda.

O tarihten sonrasıysa...

Mezarlıkta buluyorsun kendini, elinde yeni koparılmış sarı çiçekler. Yaşarmış gözler. Kaybolmuş kalpler, yerinde olmasına rağmen çoktan çürümüşler... Bunun mezarlıkla bir alakası yok. Çünkü sen o çürük kalbi tam sol yanında taşıyorsun. Elindeki sarı çiçekler solmuş, artık sarı değil kan kırmızısı olmuş. Fark etmiyorsun. Susuyorsun, kanıyorsun. Çiçekler... hayır. Onlar da ağlıyor. Mimoza çiçekleri. Biliyorsun. En çok mimozalardan nefret ediyorsun.

Mezarlığa giderken dahi çiçekleri öldürüyorsun.

Yutkundum. Bloguma yazdığım kelimelere tekrardan göz gezdirdiğimde aklım büyük oranda karışmıştı. Böyle bir şey yazmayı beklemiyordum bile. Ama nedense kontrol edememiştim ve ortaya bu çıkmıştı.

26 Kasım...

Bu tarihle ilgili bir şey hatırlamaya çalışsam da olmadı. Ve bende o anda vazgeçip omuz silktim. Yazmayı severdim ve güzel olduğuna göre irdelemem gereksizdi. Yazıyı yayımlarken telefonum beşinci kez titredi. Telefonu kulağıma götürdüm ve laptobumu bez çantama koydum. Daha sonra yerde yaslandığım ağacın dibindeki mavi kapaklı o kitabı arka cebime tıkıştırıp eskizlerimi toplarken sonunda cevap verebilmiştim.

"Alo!"

"Kızım hadisene, maçı yarıladık be." kulağımdaki Irmak'ın sesiyle görmese bile kafamı salladım.

"Tamam, tamam. Beş dakikaya oradayım." dedim ve yüzüne kapattım. Zaten okulun içinde olduğumu bilse tepkisi ne olurdu acaba? Koşmaya başlarken kendi kendime düşündüğüm şeyle kahkaha attım. Ama bu nefes borumu daha fazla zorladığından yüzümü buruşturdum hızla atan kalbimle.

Kiraz, delisin kızım sen...

Kısa sürede sahaya gelmiştim ve tribünlerde Irmak, Şafak ve Efşan'ı gördüğümde doğruca yanlarına ilerledim ve Helin'in nerede olduğunu merak etmeden duramadım. Bana ayırdıkları yere oturduğumda, "Nasıl gidiyor?" diye sordum.

"Hay ben böyle maçı!" yanımda oturan Irmak'ın sesiyle cevabımı alarak gözlerimi sahaya çevirdim.

"Off..." diyerek ellerimle gözlerimi kapattım. "Bakamayacağım ben bir şey olursa söyleyin."

"Al benden de o kadar." diye mırıldandı Şafak.

"Ege'yi takıma kim aldı? Belli ki futbol onluk değil." diyen Irmak'a döndüm. Saçları açıktı ve rüzgarda savruluyordu. Kızıla boyadığı, omzunda kalan düz saçları vardı. Kaşlarını çatmış sahaya bakıyordu.

KANLI MİMOZAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin