8. Bölüm

16 5 0
                                    

Uzun bir yürüyüşün ardından düz bir zemine ayak bastılar. Büyük bir ihtimalle bodruma kadar inmişlerdi fakat verilen bilgilerde binaların bodrumu olduğu söylenmemişti. Şuan bulundukları yer hiçte çıkışa benzemiyordu. Yerde kan izlerinin olduğu karanlığın korkuyla yoğrulduğu siyahın en koyu tonu duvarlara işlenmiş bir yerdi. Kurumuş kan zeminin kirli betonuna biraz daha vahşet katmıştı. Yürürken duvarlardan gelen garip hayvan ve böcek sesleri her adımda kulağı biraz daha tırmalıyordu. Burada karın ağrıtan bir uğultu ve kanın ağır bir kokusu vardı. Her an fenerin önünden bir şeyler geçecek gibiydi. İkisi de kan ter içinde yürürken bir an önce buradan çıkmak istiyorlardı.

Haydar feneri önlerine çıkan bir kapıya tuttu. Kahverengi eski kapının üzerine koyu kanla "PANİK ODASI" yazıyordu.

Sezgin titreyen sesiyle ürkerek konuştu. "Haydar ağabey, çıkışın bu kapı ardında olduğuna emin misin ?" Haydar'ın alnı terlemişti fakat Sezgin gibi titremiyordu. Sadece kararlarından emin değildi. Neler olacağını tahmin edemiyordu. Kararlarının yanlış çıkma ihtimali kendisini korkutuyordu. Çünkü tehlikeye attığı sadece kendi hayatı değildi. En ufak bir hata da Sezgin de ölecekti.

Haydar başını sallayıp elini kapının kanlı koluna attı. Kan yüzünden pürüzsüzlüğü bozulmuş kapı kolu içinde apayrı bir endişe uyandırıyordu fakat tek yol buydu. Geri dönüş yoktu. Geri dönecekleri zaman öleceklerdi ama şuan bir şansları olabilirdi. İlerlemekten başka şans yoktu.

Haydar kapıyı yavaşça açtı. Kapı açılırken çıkardığı gıcırtılı ses boş duvarlarda birçok kez yankılanıp tekrar kulağında çarptı. Sonsuz bir döngünün içinde kurumuş kanın duvarların süsü olduğu bir yerde gıcırtının oluşturduğu ses sonsuza dek sürecekmiş gibi duvarları yalayarak kocaman bir boşluğa yavaş yavaş yürüyordu. Geriye korkak bakışlarla karanlığı süzen iki kişi kalıyordu. Attıkları her adım büyük bir gizemin oluşturduğu korkunç manzaralara biraz daha yaklaşıyorlardı.

Haydar yalancı bir korkak gülümseme ile Sezgine seslendi. "Korkuyor musun?" Sezgin gülümseyecek halde değildi fakat yine de içinden gülümsemek gelmişti. "Sen yanımda olduğun için içim rahat ağabey..." Haydar tekrar gülümseyerek derin bir nefes alıp karanlığa adım attı. Sezgin de hemen yanında onu izliyordu. Karanlığın derecesi o kadar artmıştı ki el fenerinin ışığını bile içine çekiyordu. En fazla iki metre kadar önlerini gösteriyordu. Taktıkları gözlükler burada etkisiz hale gelmişti fakat hâlâ bir umutları vardı. Yaşamak için mücadele ediyorlardı.

Haydar ışığı duvara tuttuğunda duvarda küçük bir meşale gördü. Hâlâ yanacak durumdaydı fakat böyle bir yerde meşalenin ne işi vardı. Meşaleyi yakmak güvenlimi diye düşünürken eli iç cebindeki gümüş renkteki zippo çakmağına gitti ve bir çıtırtı ile meşaleyi yaktı. En doğrusu buydu. Meşalenin ışığı fenerden daha güçlü ve daha geniş çaplıydı.

Haydar meşaleyi yaktıktan sonra geri dönüp Sezgin'e bakmak istedi. Sezgin az uzağında bir şeye bakıyordu. Çok sessizdi ve hiç tepki vermiyordu. Haydar kısık sesle Sezgin'e seslendi. "Sezgin ne duruyorsun gelsene!!" Sezgin cevap vermiyordu. Donup kalmış gibiydi. Haydar hızlı adımlarla Sezgine yaklaşıp kolundan tutup çekti. "Sezgin neyin va..." Haydar sözünü tamamlayamadan Sezgin'in korkunç gözlerinin gördü. Korkudan yüzü bembeyaz olmuş bütün yüzü kırışmıştı. Gözleri içine kaçacak kadar küçülmüştü. Titrerken kaşından inen terler bile yolunu kaybediyordu. Haydar korkuyla Sezgin'e baktı. Sezgin ağlamaklı bir sesle titreyerek konuştu. "Onlara... ne ... ne olmuş?" Sezgin konuşurken kekeliyordu. Haydar kafasını çevirip Sezgin'in önüne doğru baktı. Kocaman uzun ve ince tahtadan yapılmış bir masa vardı. Haydar meşalenin kırmızı ışığında masanın üstündekileri gördüğünde içi titredi. Tahta masanın üzerinde bir sürü insan kafası vardı. Çoğunun kafaya bağlı atar damarları boyun kısmından çıkarak masanın üzerine serilmişti. Çoğu kafa kesilmekten çok koparılmış gibiydi. Boyun etleri paramparça olmuştu. Birkaçının yüzü çürümüş gözleri dışarı çıkmıştı. Yanak kısmı çürüyüp orta kısım boş kalmıştı fakat hepsinde de ortak bir nokta vardı, o da bakışlarıydı. Hepsinin gözleri kocaman açılmış şaşkın ve korkmuş bir hali vardı. Bazılarının ağzı halen açıktı. Belki de çığlık atarken ölmüşlerdi. Sanki bir şey görmüş ve paniklemişlerdi ama sonuç çoğunlukla değişmemişti. Hepsinin kafası lastiği koparır gibi boyun kısmından koparılmış ve buraya getirilmişti.

Haydar yüzlerce insan kafasına baktı. Yüzlerindeki ifade yerlere süzülen kanlar hâlen kurumamış olanlar vardı. Hatta iki tane insan kafası yeni koyulmuş gibiydi. İkisinin de kanı daha kurumamış, masadan aşağı damlıyordu. Boğazlarından çıkan ince damarlar masadan aşağı sarkıyordu.

Haydar en son koyulan insan kafasına yaklaştı. Yüzü bir anda kızardı. Öfkeden elini sıkıyordu. Sezgin titreyerek Haydar'ın yanına geldi. "O ki... Hayır olamaz! Bu imkansız!" Haydar elini masaya vurarak kükredi "LANET OLSUN!! BÖYLE OLAMAMALIYDI!! BÖYLE OLAMAMALIYDI!!" Haydar'ın gözünden ilk kez birkaç damla yaş döküldü. Sezgin çoktan hıçkırarak ağlamaya başlamıştı. Amirlerinin yaşlı yüzü karşılarındaydı. Yüzünde diğerleri gibi korkunç bir bakış vardı. Ne yaşadığını kimse bilemezdi. Hemen yanında ki kafa ise Bay A'ya aitti. Bay A'nın koparılmış kafasının Amirden hiçbir farkı yoktu. Büzüşmüş yüzünde aynı şekilde korkunç bir ifade vardı. Yüzünün bir bölümü kanlıydı. Kafası koparılırken lastik gibi çekilen damarlar bir anda patlayıp yüzünün bir bölümünü kana boğmuştu. Boyun kısmındaki omuriliğin birkaç kemik parçası bile koparılan kafanın arka tarafından sallanıyordu. Bu dehşet olayın ne zaman gerçekleştiğini ne Haydar ne de Sezgin biliyordu fakat şuan ikisinin de düşündüğü tek bir şey vardı. İkisinin de sonu böyle meçhule karışarak parçalanmak olacaktı. İkisinin de düşündüğü buydu.

Sezgin ağlayarak yere çöktü. Haydar'ın gözleri kocaman açılmış yaşlar süzülüyordu. Hareket etmeden sadece karşısındaki ekip arkadaşının, amirinin canice koparılmış kanlı kafalarına bakıyordu. İkisinin de içindeki umut ışığı bir anda sönmüştü. Sanki bir anda büyük bir boşluğa düşmüşlerdi. Bir kaç ay sonra emekli olacak amirleri şimdi gözlerinin önündeydi. Arkasında kırk yıllık emeği, torunu üç evladı ve iki torunu kalmıştı tabi birde iki tane yıllardır birlikte çalıştığı ekip arkadaşı...

Sezgin ayağa kalkıp eline meşaleyi aldı. Haydar hâlâ hareket etmeden iki insanın kafasına bakıyordu. Gözleri bile hareket etmiyordu fakat gözünden süzülen yaşar belli oluyordu. Sezgin yavaşça Haydar'a yaklaşarak ağlamaklı bir sesle Haydar'a seslendi. "Buradan gitmemiz gerekiyor." Haydar gözünü silerek Sezgine baktı. "Peki şimdi ne yapacağız? Bunları böyle bırakamayız. Gömmemiz gerekiyor." Sezgin hıçkırıkla karışık derin bir ah çekti. "Buradan canlı çıkacağımızın garantisi yok! Burada onları gömemeyiz. Bari yakalım da huzura kavuşsunlar..." Haydar da aynı şekilde hıçkırıkla karışık derin bir ah çekti. Ardından Sezgin'in elindeki meşaleyi alıp iki kişinin koparılmış kafasına yaklaştırdı. Ateş yaklaştıkça deri büzüşüp et erimeye başlıyordu. Ateş ete değdikten kısa süre sonra eriyen et tutuştu ve ilk saçlar olmak üzere Amirin ve Bay A'nın kafası kibrit gibi tutuşup yanmaya başladı. Sezgin hâlen hıçkırıyordu. Haydar ise dişlerini sıkmış gözünden düşen yaşları siliyordu.

Haydar iki kişinin koparılmış kanlı başı da kül olup sönünce meşaleyi yola doğru tuttu, az uzakta kapıya benzeyen bir şey vardı. Kapıdan çok otomatik açılan araba garajlarına benziyordu. Boyunun bir metre uzunluğunda olmasına karşılık enine iki metre kadar uzundu. Sıra dışı bir tasarımı vardı. Araba garajı kapısından tek farkı kapının çelik yerine beton ve tuğladan oluşmasıydı. Bu yüzden açılmayacak kadar ağır görünüyordu fakat o canavarlar buraya girdiğine göre o kapıyı açmanın da bir yolu olmalıydı.

𝘼Ç𝙇𝙄𝙆 Ç𝙀𝙆𝙀𝙉𝙇𝙀𝙍 (ᖽᐸᗅᖻᓿᕿ ᑤᙍᘉᘉᙍᖶ)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin