⚪⚫⚪
Kader ağlarını ilmek ilmek örmüş gelmiş benim boynuma dolamıştı...
İnsan bir ecelini bilmezmiş, bir de kaderini. Bilinen tek şey var, o da sevgi. Onun da kıymeti bilinmezmiş.
Kader ağlarını ilmek ilmek örmüş gelmiş benim boynuma dolamıştı. Ardından beni çekiştire çekiştire bu kapının önüne kadar getirmişti.
Bu sefer kadere boyun eğecektim ama bir dahaki sefere kader olan ben olmalıydım.Put gibi durduğum kapıdan bana
"Rojbaş jınbıram" diyen kızlarla kendime gelmiş ve sofraya doğru ilerlemiştim. Yüzüme yerleştirdiğim zoraki gülümsemem yüzünden yüz kaslarım acısa da gülümsemeye devam ettim.
Sofranın en başında oturan yaşlı kadına, Arslan'ın babaannesine doğru ilerledim."Hoş geldin buke" diyen kadının elini öpüp alnıma yerleştirdim.
"Hoş buldum yade" diye mırıldandım.
Sesim çıkmıyordu heyecandan. İçimde filizlenen korkuyu yok saymak istercesine gülümsedim. Elini iki defa yanındaki mindere vuran kadının yanına oturdum. Karşımda bu sabah odama gelen kadın vardı. Diğer kızlar ise sırayla sofranın etrafına kurulmuştu.
Herkesin bakışları benim üzerimdeydi ta ki Yade besmele çekip yemeğe başlayana dek. Herkes yemeğine gömülmüştü. Yemek yerken konuşmak adetleri değildi oysa biz bütün yemek boyunca konuşmaktan tam doyamazdık.
Ağzıma zorlukla tıkıştırdığım lokmalar boğazımdan geçmek bilmiyordu. Yudum yudum içtiğim çay içimi ısıtmıyor, boğazımı ıslatmıyordu. Tanımadığım insanlarla bir sofraya oturup karın doyurmak çok zordu. Ne yapacaktım ben bu kadar insanın arasında?
Hep gülümseyip memnunmuş gibi davranamazdım ya.
"Ee buke hanemiz nasıldır?"
Yine gülümsedim.
"Güzeldir, Yade."
Elimi ellerinin arasına alarak "Hanemizde gözünden yaş akmasın keçamın."
Gözümden akmayan yaşlar kalbimden akıyordu da kimse görmüyordu.
"Allah'ın izni ile akmaz Yade."
Aramızda başka konuşma geçmesine gerek kalmadan kadınların sofrayı toplamasına yardımcı oldum. Kızların peşinden ilerleyerek mutfağa doğru ilerledim. Öğrenecektim. Er ya da geç kendimi avutacak ve buraya da uyum sağlayacaktım. Başka şansım yoktu.
Kalabalık evlerin bulaşığı her zaman çok oluyordu bu yüzden bu evde de iki tane bulaşık makinası vardı. Oturduğum sandalyenin üzerinde kızlarını işlerini halletmesini izliyordum. Ne kadar ısrar etsem de yardım etmeme izin vermemiş önüme bir bardak çay koyarak hızla işlerini yapmaya koyulmuşlardı. Bir yandan işlerini yaparken bir yandan da bana kendilerini tanıtıyorlardı. Kara kaşlı kara gözlü olan esmer kadın benim büyük eltimdi ve adı Sidar'dı. Kocası Zahit, Arslan'ın ağabeyiydi.
Kumral, kahve gözlü kızın ismi Elif'ti ama onun tam olarak kim olduğunu çözememiştim. Geriye kalan üç kız ise birbirine çok benziyordu. Kına yaktıkları saçlarının kızıllığının tonu bile aynıydı. Hafif kısa ve kilolu olanın adı Mizgin, gözleri yeşilimsi olanın adı Beyza ve en çok konuşanının adı ise Kübra'ydı. O kadar çok konuşuyordu ki ne dediğini anlayamıyordum bile. Yüksek sesle konuşması ise beynimin içinde yankılanıyordu sanki ama yüzündeki tatlı şişkinlik ve gözlerinin içindeki sevgi parıltısı bile insanda onu dinleme isteği uyandırıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SÂYE
Aktuelle LiteraturAnlamsızca bana bakıp pencereye doğru ilerledi. Baktığı gökyüzü bile onu ferahlatmamış olmalı ki geri döndü. Önce bir durakladı, söylemekte kararsız kaldı ama söyledi. Kustu içindekileri. "Sen bir kendine dürüst olsana!" Bağırışıyla sarsıldım, odamı...