⚪⚫⚪
Ben o külleri toplayamadan rüzgâr savurmuştu
Bizim mutsuz olmamızın tek sebebi, içinde bulunduğumuz durumun hayat boyu devam edeceği düşüncesidir. Oysaki dertler geçicidir. Gelirler, biraz konaklayıp giderler. Anlayabilirsek...
Ateş yakardı. Yaktığı yerde küller bırakırdı, 'bakın nasıl da yaktım' dercesine. Rüzgâra fısıldardı sonra 'savur o külleri savur ki daha da acısınlar'. Rüzgâr eserdi ve küller savrulurdu. O külleri toplamak için çabalayanın çabaları o rüzgâr ile birlikte uçup giderdi.
Ben o külleri toplayamadan rüzgâr savurmuştu. Savrulan küllerin ardından bana kalan ağlamaktı. Ağlamak o külleri geri getirmeyecekti. Bizim için yakılan ateşte kül olmuştuk ve o külleri benim toplamam bekleniyordu. Toplayamıyordum. Savruldukça savruluyor parçalara ayrıldıkça ayrılıyorduk ama asla bir araya gelemiyorduk. O külleri toplayamıyorduk.
Günlerdir odamdan çıkmıyordum. Çıkmadığım gibi kimsenin de yanıma gelmesine izin vermiyordum. Zayde bile vedalaşmak için kapıma gelmişti ancak onu da geri çevirmiştim. Ha bire ağlıyor ya da uyuyordum. Uyuduğumda peşimi bırakmayan kabuslar yüzünden uyumaya bile korkar olmuştum da başka çarem yoktu. Her gün Arslan'ı arıyordum. Her arayışımda buzdan bir duvarla karşılaşıyor gözlerimden usul usul akan yaşlarla birlikte telefonu kapatıyordum. Canım çok yanıyordu da kimse merhem olmuyordu. Olsun ben kendi yaramı kendim sararım diye kendimi teselli etsem de olmuyordu. Karnımda büyüyen canlıya da alışmıştım bu sürede ancak onu doğurmamak konusunda kararlıydım. Bazı şeyleri yapmak zorundaydık bazı kararları almak zorundaydık. Ben aldığım karardan pişman değildim. Sonuçlarından korkuyor olabilirim ancak asla pişman değilim.
Bir karmaşadayken bu karmaşanın ortasında dünyaya bir bebek getiremezdim. Evlendiğim adama bile bu kadar zor alışmışken bu bebeğe alışmak imkânsız olurdu.
Kulağıma yerleştirdiğim telefona cevap verilmesini beklerken elimdeki peçete ile göz yaşımı sildim.
"Efendim."
"Arslan... neredesin?"
"Çalışıyorum, ne oldu?"
Umursamazca konuşması beni ne kadar sinirlendirse de sakin olmaya çalışarak derin bir nefes aldım.
"Randevumuz vardı. Gelmeyecek misin?"
Gelmeyen cevap ile tekrar seslendim.
"Arslan?"
"S-seni Mahir götürecek. B-bebeği bugün aldırmak i-istiyorsan alacaklar."
'Öldürmek!' diye bağıran bir ses vardı sanki. 'Bebeğimizi öldüreceksin bugün!' diye avaz avaz bağıran kahırlı bir ses.
"Sen, sen yanımda olmayacak mısın?"
"Biz artık yan yana olamayız Dila. Çabalayacak güç bende yok. Sende de o istek yok. Olmayacak duaya âmin demeyi bırakalım artık."
Sesi o kadar net ve katiydi ki cevap bile veremedim.
"Bizi attıkları ateşte yandık kül olduk ve savrulduk. Dahası da yok. Yeterince mahvolduk. Buna son verelim gitsin."
Makyaj masasından destek alarak durdum.
"Neye son veriyoruz? Ne sonu Arslan!"
"Geldiğimde konuşalım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SÂYE
General FictionAnlamsızca bana bakıp pencereye doğru ilerledi. Baktığı gökyüzü bile onu ferahlatmamış olmalı ki geri döndü. Önce bir durakladı, söylemekte kararsız kaldı ama söyledi. Kustu içindekileri. "Sen bir kendine dürüst olsana!" Bağırışıyla sarsıldım, odamı...